3. Duruşma günü tutanağı – 15 Mayıs 2013

0

Yeniden mahkeme salonundaki yerini alan Maik E.  bu sefer davanın başlamasından kısa süre önce, polislerin kendisiyle konuşmasının ardından salonu terketti. Nedeniyse bilinmiyor. Konuşması sırasında kameralardan birine orta parmağını göstermesi Bild Gazetesi’nde manşetlere konu olmuştu. Ayrıca Maik E.’nin tanıklığının söz konusu olup olmayacağı sorusu da hala açıklığa kavuşmadı. Polise göre E. salonu kendi isteğiyle terketti.

9:40’a doğru sanıklar salona geldi. 9:45 olduğunda mahkeme heyeti salondaydı bile ve Mahkeme Başkanı Götzl yoklamayı başlattı. Duruşma günü yine Götzl ve Zchäpe’nin savunma avukatlarından Heer arasında söz hakkına dair bir tartışma ile başladı. Heer yoklamaya dair bir soru sordu. Heer’e, 14 Mayıs’tan kalma iki görev dağılımı itirazı konusundaki görüşler bildirildikten sonra söz verilmesi konusunda anlaştılar.  Federal Savcılık açıklama yaparak görev dağılımının asılsız olarak reddedildiğini, herşeyin hukuka uygun şekilde yürütüldüğünü, mahkemede görev dağılımının talimatlara uygun şekilde yapıldığını belirtti. Federal Savcılık’a göre ‚in avukatı ’nin talebi üstünkörü bir hukuki görüş ortaya koyuyor. Müdahil davacılar ve savunma başka görüş bildirmekten vazgeçti.

Götzl, görev dağılımı konusunda karar verilene kadar ana davanın sürdürüleceğini açıkladı. Zschäpe’nin avukatı Stahl ana davanın devamına itiraz etti, Wohlleben’in savunması da ona katıldı. Mahkeme konuyu görüşmek üzere geri çekildi. 10:25’te duruşmaya devam edildi. Götzl davanın devam etmesi kararını açıkladı. Ardından Stahl yeniden söz almaya çalıştı ve yeniden bu davada söz hakkı verilmesinin nasıl düzenlendiğini sordu. Götzl’e göre bunun diğer ceza davalarından bir farkı yoktu. Schneider’e ana davanın ertelenmesi ve Wohlleben’e karşı takipsizlikle ilgili halihazırda beyan etmiş olduğu talepleri için söz hakkı verdi.

Schneider ilk olarak davanın olası delil yetersizliğinden dolayı ertelenmesiyle ilgili dilekçesini yüksek sesle okudu. Bu esnada Gizli Servis çalışanları olduklarından şüphelenilen “Mehmet” ve “Mevlüt Kar”la ilgili belgelerden de bahsederek NSU’nun açığa çıkarılmasından önce, 2011 yılında yayınlanan bir Spiegel makalesinden alıntı yaptı. En geç buradan itibaren Schneider’in dilekçesi daha ziyade politik bir söylem karakterine büründü ve sağcı komplo teorilerini haklı çıkarmak adına her yola başvurdu.

Wohlleben’e açılan davanın durdurulması talebiyle duruşma devam etti. Schneider çözümü imnkansız bir dava engelinin oluştuğunu ve adil bir yargılamanın artık mümkün olamayacaını söyledi. Bunun için iki sebep öne sürdü: Biri medyadaki olası önyargılar ve diğeri de NSU’nun gizli servisle olan bağlantıları. Akreditasyon sürecinin mahkemenin bağımsızlığına dışarıdan bir müdahalenin denendiğini gösterdiğini, bunun müvekkillerinin de önyargı ve damgalanmaya maruz kalmasına yol açtığını söyledi. Kasım 2011’den bu yana sanıklara karşı bir atmosfer oluşturulmuş, medyada paralel bir dava süreci vuku bulmuş. Bunun yanında politika aracılığıyla da çeşitli önyargı ve etkileme çabaları oluşmuş. Örneğin NSU kurbanlarının yakınlarının ombudsmanı Barbara John, NSU cinayetlerinden ‘ırkçı cinayetler‘ olarak söz etmiş.  Bu esnada Schneider, geride kalanlara yapılan zarar ödemelerini ve kurbanların anılmasını –kurban anıtlara,  sokaklara NSU kurbanlarının isimlerinin verilmesi ve merkezi anma töreni gibi- bile sanığı Wohlleben’e karşı yürütülen önyargı kampanyasının bağlamına oturttu.

Yüksek Mahkeme Kurulu’nun o ana kadar istikrarını koruduğunu söyleyen Schneider “bu kurul istikrarını bu kadar uzun bir dava süresince sürdürebilir mi?” diye de sordu.

Gerçekten de varolan bağlantılar ve resmi mercilerin hataları 2000’lerin başlarında kendisi de Jena Bölge Birliği’nde NPD üyesi olan  avukat Nicole ‚e şimdi müvekkillerini aklamak için çıkış noktaları sunuyor. Schneiders bu sırada örneğin içlerinde NSU çevresindeki gizli ajanlar hakkında bilgilerin bulunduğu araştırma kurulu dosyalarından alıntı yapmak yerine konuyla alakasız bir Bild makalesiyle sağ komplo teorileri ideolojisine sahip Compact dergisini alıntıladı.

Ardından bildirilen görüşlerde müdahil dava avukatlarından Bliwier ‘sıcak hava‘ ve ‘şov‘ dilekçelerinden bahsetti ve Schneider’in ana davayı politik bir bildiri aracı olarak kullandığını söyledi. Ayrıca Wohlleben’in avukatının geçen duruşma gününde bugün ‘istikrarlı‘ olarak addettiği mahkeme başkanına karşı hakimin reddi talebinde bulunmuş olduğuna dikkat çekti.  Sonrasında bildirilen görüşleri Mahkeme Başkanı Götzl ve RA Heer arasında kime söz hakkı verileceğine dair artık alışıldık olan münakaşa takip etti. Bu sefer mesele Heer’in kendisinin mi yoka müdahil dava avukatı Lunnebach’ın mı söz alacağıydı. Bu durum salonda gülüşmelere ve laf atılmasına sebep oldu. Heer’in meslektaşı Stahl, “Duruşmaya ara verilmesi talebinde bulunuyorum, burada gülünmesi uygunsuz ve bu şekilde bir dava yürütülemez” dedi. Ona göre söz hakkının ne şekilde verileceği konusu karar bağlanmalıydı. Götzl’ün bunu yerine getirmemesi üzerineyse Stahl kısa bir süreliğine salonu terketti. Götzl Federal Başsavcılık avukatını görüş bildirmeye çağırdı. Avukat, Heer’in tavrını yakışıksız olarak tanımladı. Gülmenin yalnızca bir refleks olduğunu ve söz hakkını verecek kişinin Mahkeme başkanı olduğunu söyledi. Ardından konunun görüşülmesi için mola verildi. 11:35’te Götzl, Yüksek Mahkeme Kurulu’nun Heer’e söz verilmemesi yönündeki kararnameyi onayladığını açıkladı. Heer ve Stahl’ın meslektaşı Sturm, davanın devamını müvekkilleriyle konuşmak için 45 daikalık bir ara talep etti. Götzl hakimin reddi talebinin sözkonusu olup olmadığını sordu. Sturm bunu başlangıçta doğrulamadı ama sonra yine de ima etti ve yeniden ara verilmesini talep etti.

13:30’a kadar öğle arası verildi.

Sturm, Stahl ve Heer’in beyan etmiş oldukları dilekçeyi verip vermemelerinin gereğine dair kısa bir tartışmanın ardından duruşmaya devam edildi. Sözkonusu olan hakimin reddi gibi ertelenemez bir dilekçe olmadığından Götzl Heer’in protestoları eşliğinde Schneider’in taleplerine dair bildirilen görüşlerle davaya devam etti.

Birden çok müdahil dava avukatı ve Federal Savcılık görüş bildirdi. Federal Savcı Diemer, medyadaki en yüksek yargısal kararlar dair önyargıların duruşmaya engel olarak görülemeyeceğini belirtti. Davanın başlangıcındaki basın konferansında olduğu gibi takipsizlik talebi konusunda tavır alarak Federal Başsavcı’nın soruşturmalarının “güvenlik mercileri ve gizli servislerin suça bulaştığına dair hiçbir ipucu sunmadığını” söyledi.

Müdahil dava avukatı Scharmer “dokuz vakada ırkçı cinayete yardım ve yataklıkla ilgili bir davayı medyada çıkan haberler nedeniyle sonlandurmayı” absürd olarak tanımladı. Müdahil dava avukatı Pınar talepleri asılsız olarak tanımlasa da şunu da ekledi: “Devlet yetkililerinin olaya karıştığının, delillerin yetersizliğinn ve tanıkların sınırlı olduğunun farkındayız. Ama bu mahkemenin olayları aydınlatmak istediğinden yola çıkıyoruz.”

Klemke, müdahil dava avukatı Bliwier’i Wohlleben’in savunmasına aşırı sağcı bir arka plan eklemekle suçladı. “Böyle kışkırtıcı cümlelerden uzak durulmasını rica ediyorum. Müdahil dava temsilcilerini aşırı solcular olarak tanımlasam nasıl tepki göreceğimi düşünmek istemiyorum.”

Ardından Zschäpe’nin avukatı Stahl mahkemeye diğer dilekçelerini sundu. Stahl prensip olarak savunmaya müdahil davacılardan önce söz verilmesi talebinde bulundu. Heer duruşmaların ertelenmesini, buna alternatif olaraksa üç haftalık bir ara verilmesini talep etti. Burada amacı delil toplama süreci kısmen hala sürdüğünden sadece Eyalet Yüksek Mahkemesi’nin arşiv odasında incelenebilen belgeler ve çeşitli NSU araştırma heyetlerinin tutanaklarını inceleyebilmek.  Son olarak Federal Başsavcılık temsilcileri Diemer ve Greger’in duruşma temsilciliği görevlerinin başkalarına verilmesini talep etti. Diemer, eyalet savcılıklarının dosyalarını kısmen NSU davasının delilleri arasına almadığından dolayı. Ve Greger de ana davanın başlangıcındaki basın konferansında (üstelik şikayetin okunmasından önce) alenen Beate Zschäpe’ye dair öznel bir değerlendirmede bulunduğu için…

Heer bunun ardından ana davanın sesli ve görüntülü olarak kaydedilmesi ve alternatif olarak sadece sesli olarak kaydedilmesini talep etti. Davanın kapsamının ve özelliklerinin bunu gerekli kıldığını, davanın devamında şahitlerin ifadelerinin tam metinleri üzerine anlaşmazlıklar çıkabileceğinin öngörüldüğünü söyledi. Alternatif olarak da şahitlerin bundan sonraki bütün ifadelerinin Federal Meclis’in stenografi servisi tarafından belgelenmesini talep etti.  Müdahil dava avukatı Lunnebach da bunların daha sonra dava katılımcılarının belgelerinde hazır bulunması amacıyla ses kayıtlarının yapılması talebinde bulundu.

Ardından 2004 yılında Köln’de gerçekleşen bombalı saldırı davasının ayrılma olasılığına dair 14 Mayıs’ta Götzl tarafından ortaya atılan soruya dair görüşler bildirildi. Önce ekonomik sebeplerden dolayı an itibariyle  davayı ayırmak istemeyen Federal Savcılık görüşlerini beyan etti. Farklı vakalardan çok sayıda müdahil dava avukatı angaje konuşmalarıyla davanın ayrılmasına karşı çıktı. Kimileri çok sayıda müdahil davacının katılıp katılmayacağının bile şüpheli olduğunu söyledi. Diğerleri müvekkillerinin davaların ayrılması fikri karşısında şoke olduklarını söyledi. Keupstraße olayının üstünün örtülmeye çalışıldığıldan bahsedildi. Çünkü müdahil dava avukatı Schön’e göre davanın ayrılmasından sonra Ceza Mahkemeleri Kanunu’nun 154. maddesine göre takipsizlik kararı verilmesi tehlikesi söz konusu. Davaların birlikte devam etmesi herkes için önemli. Dortmund’da öldürülen Mehmet Kubaşık’ın oğlunun avukatı önemli olan sorunun terör örgütü NSU’nun üyelerinin bombalı saldırıların hazırlığı ve gerçekleştirilmesi konusunda ne bildikleri olduğunu ifade etti.

Müdahil dava temsilcis  Alexander Hoffmann bunu beklemeseler de salon çok dolu olursa, müdahil davacılar tarafından azami bir işbirliğine gidileceğini belirtti. Hoffman Keupstraße davasının ayrılmasının gerçekte ne anlama geldiğini etkileyici bir şekilde ifade etti:

“Kendimize karşı dürüst olmalıyız ve siz de (mahkeme) Keupstraße kurbanlarına karşı dürüst olmalısınız. Apaçık ortada: Eğer dava şimdi ayrılırsa, daha sonra tecrit edilen dava Münih’te, her ihtimalde  bu davanın sona ermesinin ardından yürütülecek. Sanıklar öncelikle burada çoklu cinayetlerden hüküm giyerlerse, bu apaçık ortada ve kurbanlara da doğrudan söylemeniz gerekir ki sonrasında halihazırda gerçekleşmiş mahkumiyete göre dava sonlandırılacak. O zaman da, bunu söylemeye dilim varmıyor, 31 cinayet teşebbüsü yine önemini kaybedecek. Bu olmamalı. Müvekkilim 2011 sonbaharına kadar Schily bunu sağcı bir saldırıı olmadığını söylediğinden dolayı herkesin kendi komşusundan şüphelendiği bir durum içerisinde yaşadı. Şüpheliler orada oturanlar arasında arandı, ta ki bir itiraf videosu ortaya çıkana kadar. Ciddiye alınmadılar, boşlandılar. Şimdi işin bu kısmı zorluk çıkardığından davayı ayırıyoruz dersek, o zaman yine aynı şey tekrarlanır, şu denmiş olur: Sizin için adalet yok, siz ikinci sınıf vatandaşlarsınız. Ve böylece NSU’nun kazanacağı bir başarıya yardım etmiş olursunuz.  Terörist grubun eylemleri (bakınız field manuals) toplumu bölmeyi hedefliyordu. (…) Şimdi tesadüfi olmayan şekilde Oktoberfest saldırılarını andıran bu saldırıyı ayırıp davanın iptaline imkan tanırsak, o zaman kurbanların elinden bu davanın bir parçası olarak sahneye çıkmaları imkanını bir kez daha almış oluruz. (…) 2004 yılında Keupstraße’de gerçekleşen bombalı saldırı NSU adı verilen örgütün faaliyetlerinin merkezinde yer alıyor. Irkçı motivasyona sahip bir toplu katliamın, göçmenlere karşı yürütülen savaşın apaçık bir itirafı bu. (…) Olabildiğince çok kişiyi öldürmek amacıyla bir bomba ateşlendiği anda örgütteki herkesin burada sözkonusu olanın cinayet, cinayet, cinayet olduğunu apaçık biliyor olması gerekir. Ve bu bombayı imal etmek için çok ciddi hazırlıklar yapılmış olmalı.(…) Eğer mahkeme bunu (davanın tecritini) şimdi gerekmediği halde yaparsa bu tüm müdahil davacılara– sadece davacılarına değil- şu andan itibaren davanın onlara karşı yürütüldüğü işaretini verir. Mahkemenin şimdi karar vermesi gereken, davayı şu andan itibaren bu saldırının kurbanlarına karşı yürütmek isteyip istemediği. “

Zschäpe’nin avukatı da Köln’deki Keupstraße’de gerçekleşen bombalı saldırının ayrı bir dava olarak ele alınmasına karşı çıktı. Avukat Stahl yine de daha da fazla sayıda müdahil davacının davaya eklenmesini imkansız olarak görmediğini özellikle belirtti. Davanın ayrılmasına dair görüşleri Wohlleben’in avukatı Olaf Klemke’nin prosedürle ilgili diğer bir dilekçesi takip etti. Ona göre sorgu hakkı sanıklara ve avukatlara  Yüksek Mahkeme Kurulu’nun hemen ardından ve alternatif olarak Federal Savcılık’ın hemen ardından verilmeli.

Federal Savcılık davanın kaydedilmesine dair taleplere karşı çıktı. Müdahil davacıların avukatlarıyla André E. ve Carsten S.’nin avukatları kayıt talebine katıldı.

Dava böylelikle saat 17’de sona erdi.