Irkcilik devamliliginda cinayetler

0

Nazi terörü. NSU’nun eylemleri 2000’li yillardaki göc tartismalari baglaminda degerlendirilmelidir

Juliane Karakayali ve Bernd Kasparek, Türkçe çevirisi: Ceviri Cagri Kahveci.

Nasyonal Sosyalist Yeralti (NSU) [1] örgütünün desifre olmasindan itibaren 1990’li yillardaki irkci cinayetler ve pogramlar hakkinda tekrar tartisilmaya baslandi. Bu tartismalarda iltica hakkinin politik düsmanlari, özellikle Hristiyan Birlik (CDU, CSU) partilerinde yaygin olan tutum ve sokaktaki irkci terör arasindaki dolayli karsilikli iliski kendini gösterdi. NSU’nun elebaslari tam da bu dönemde politiklesmeye baslamislardi ve siddete egilimli, ölümcül siyasal pratiklerin nasil dolaysiz sonuclara götürecegini bizzat yasamislardir. 2000’li yillar icin böyle bir analiz henüz yapilmadi. Biz tam da buradaki aciga deginip, NSU’nun 2000 ile 2006 yillari arasinda isledigi cinayetleri göc politikasinda yasanan toplumsal tartismalarinin baglamina oturmaya calisacagiz.

Göc ülkesi Almanya

NSU cinayetleri göc politikasi alaninda siddetli tartismalarin tekrar alevlendigi zamana denk düsmektedir. Tartismalarin esasinda, Almanyanin bir göc ülkesi olup olmadigi ve kimin Alman toplumuna ait olabilecegi sorusu yatmaktadir. Cogulcu bir toplumun bittabiligi yolunda kazanilan hukuksal ve temsiliyete ait basarilar, göcle savasmaya, göcün mesruiyetini yok etmeye ve göcmenleri haklarindan mahrum birakmaya yönelik politalarin ve tartismalarin karsi atagiyla karsilandi.

Bu gelismelerin baslangicini 1998 federal parlamento secimleri ve neticesinde kurulan sosyal demokrat- yesiller hükümetinin ilk projelerinden olan vatandaslik hakki ile ilgili reform olusturdu. Yeni düzenleme, Almanyada dogan (göcmen) cocuklarina alman vatandasliginin verilebilmesi ve cifte vatandaslik partigi dolayimiyla vatandaslik degistirebilme hakki yararina kan bagi (ius sanguinis) ilkesinin kaldirilmasini öngörüyordu. Bu reforma karsi Hristiyan Birlik partileri irkci icerigi cok acik bir imza kampanyasi baslattilar. Reform 2000 yilinda – iceri sulandirilarak – yürürlüge girdi. Böylece Almanya nihayet yillar sonra herseye ragmen fiilen bir göc ülkesi oldugunu kabul etti. Bu son 40 yil icerisinden göc politikasi alaninda elde edilen en ciddi kazanimlarindan birisi olarak görülebilir.

2000 yili esasinda bu alanda oldukca sert gecen toplumsal mücadeleler icin anahtar yildi. Sansölye Gerhard Schröder (SPD) 1973 yilinda isgöcünü sonlandiran düzenlemeden2 bu yana ilk kez göcmen isci alimininin dikkate alinabilecegini dillendirerek Almanyaya göc tartismasini tetikledi. Bu istek, CDU’lu (Hristiyan Demokrat Birligi) politikaci Jürgen Rüttger’in „Kinder statt Inder“ (Hintliler yerine daha fazla cocuk) sloganina carpti.3 Rüttger yabanci isgücü göcünü reddetmesini, öncelikle uyum saglayamamis cok sayidaki Türk göcmenlerin massiv sorunlarinin cözülmesi gerektigi iddiasiyla sebeplendirmistir.

Ayni zamanda kültürel temsiliyet alaninda göcün yeni bir görünürlügü gerceklesmekteydi. Yahudi bir Rus göcmeni Vladimir Kaminer kamuoyunda cok ilgi ceken Russendisko (Rus Diskosu) kitabini yayinlar, misafir isci cocugu Fatih Akin’in „im Juli“ (Temmuzda) filmi yogun ilgi ceker, irkcilik karsiti „kanak attak“ agi kurulur, ve Feridun Zaimoglinun ayni isimli filmi sinemalarda gösterime girer. Sagci cenahin bu gelismelere tepkisi, Leitkulturdebatte (Baskin Kültür Tartismasi) olur. O yil Nürneberg’de cicek dükkani olan Enver Simsek öldürülür. Enver, NSU’nun muhtemelen ilk kurbanidir.

Göcün Almanya toplumundaki önemi hakkinda kamusal tartismalara giderek artan irkci saldirilar ve siddet eylemleri eslik eder. Hükümet yillarca süren reddetme ve önemsiz gösterme cabalarinin ardindan Düsseldorf-Wehrhahn’da Müslüman ve Yahudi göcmenlere yönelik bombali eylemden sonra ilk kez irkci siddeti ve Neonazi örgütlenmelerini sorunsallastirmistir. „Devlet politikasi olarak irkcilik karsitliginin kisa yazi“ olarak bilinen bu inisiyatif 2001 yilinda kararlastirilan NPD’nin kapatilmasi icin acilan dava ile zirveye ulasmistir.

Ayni yil partiler-üstü Süssmuth Komisyonu, Almanyaya göcü düzenleyen ve böylece göc gercegini resmi olarak tanimaya yönelik tasarlanan göc yasasi ile ilgili bir öneri sunmustur. Bu suretle yurttaslik reformuyla birlikte göc politikasinda daha esasli ve derin bir reform icin sans dogmustur. Ayni dönemde NSU, Süleyman Tasköprü, Abdurrahim Özüdogru und Habil Kilici katleder.

2001 yili mamafih 11 eylül saldirilarinin oldugu yildir. Bundan sonra göc ve cogulcu bir toplumda birlikte yasama sorulari giderek demokrasi ve Islamin uyumsuzluguna yapilan göndermelerle cevaplandiriliyor. 2002 yilinda göc yasasi parlamentoda basarisiz oldu, 2003’te Anayasa Mahkemesi NPD’nin yasaklamasi davasini, parti icinde devlete bilgi sizdiran pek cok maasli elemanin varligi sebebiyle, parti ile devlet kurumlari arasindaki siki iliskiden dolayi reddetti. Dikkate deger bir nokta, NSU bu kapatma davasi devam ederken baska bir cinayet islemedi. Bu gercek bizce, NSU’nun Almanyadaki organize Neonazi yapilanmasindaki konjunktüre ne kadar integre olmus olduguna isaret ediyor.

Anayasa mahkemesinin okulda/ögretimde türbani yasaklamasi 2003 yilinda sözde türban tartismasinin alevlenmesine sebep oldu. 2004 yilinda NSU cinayet serisine devam etti. Mehmet Turgut öldürüldü ve Kölln Keupstraße’de civili bombali saldiri gerceklesir.

2005 yilinda ilk Alman Göc Yasasi yürürlüge girer. Bu bir yaniyla göc politikasi acisindan bir kazanimdir. Zira göc gercegi böylece resmi olarak taninmistir. Öteki taraftan yasasin ismi Birlik politikacilarinin önleyici tavrini yansitir. „Göcü denetlemeye ve sinirlandirmaya dair yasa“. Ayni dönemde ilk defa, Türkiye’nin Avrupa Birligine üyelik müzakerelerinin basariyla sonuclanacagina dair bir olasilik belirir. Fakat, icisleri bakani Otto Schilly Türk meslektasi Abdulkadir Aksu’dan, Almanyada yasayan ve yasadisi olarak cifte vatandasliga sahip Türk-Alman göcmenlerin isimlerinin Alman hükümetine ifsa edilmesini talep ettiginde catisma ortaya cikar. Ardindan binlerce Türkiye kökenli göcmen Alman vatandasligini kaybeder ve tekrar Türk olur. NSU bu dönemde Theodorous Boulgarides ve Ismail Yasari öldürür.

Yaklasik 2005 yilindan itibaren, yani göc alimi antlasmasinin 50 yil sonrasinda, resmi merciler tarafinda da, Almanyanin bir göc ülkesi oldugu taninmistir. Bu andan itibaren giderek artan baskici bir uyum imperativi hakim olmaya basladi, ki bu 2006 yilinda kararlastirilan ilk ulusal uyum planinda vücud bulur.

2006 yili NSU’nun isledigi son irkci cinayetin yilidir ayni zamanda. Iki gün arayla Mehmet Kubasik ve Halit Yozgat öldürüldü.

Cinayet yoluyla vatandasliktan atma

Bize göre, vatandaslik reformu, NSU cinayetlerini anlamada anahtar rolü oynuyor. Göc gercekliginin artik yadsinamaz oldugu, göcmenlerin cocuklarinin artik Alman oldugu olgusunun acikca belirdigi bir toplumsal durumda, dahasi Almanyada yasayanlarin artik geri dönmeyeceginin siyasal acidanda kabul edildigi bir dönemde, cinayetler göc politikasinin bir sekilde selbstjustiz (vigilantism)4 pratigi haline geldigini gösteriyor: cinayet yoluyla vatandasliktan atma politikasi. Göcmenler arasinda öldürülenlerin secimi de zaten buna isaret ediyor. Kurbanlar ilticaci veya evsizler gibi hazirda marjinalize edilmis gruplar arasindan secilmemis, aksine cocuklari Almanyada dogmus basarili kücük esnaflar arasindan bulunmustur. Bir zamanlarin acikca irkci, Alman toplumuna aidiyeti dislayan bu kategori belirsizlesmeye basladiginda cinayet yoluyla vatandasliktan atilmanin kurbani olmuslardir.

Böylece NSU cinayetleri, 1992 yilinda Möllnde Türk göcmenlerin oturdugu, Arslan ve Yilmaz ailelerinden üc kisinin ölümüne yol acan ve yine 1993 yilinda Solingende Genc, Öztürk ve Ince ailelerinden 5 kisinin ölümüne sebep olan kundaklama olaylarina iliskileniyor.

Bu saldirilar da kemiklesmis Neonaziler tarafindan gerceklestirilmisti. 1990’li yillarda dahi asiri sagicilik arastirmalari, pek cok Neonazinin kendini isyan edenler olarak görmekten ziyade, kamusal arzunun gerceklestiricisi olarak gördüklerinin altini cizmestir. Bu gercekle birlikte, göcün frenlenmesi söylemi, vatandaslik sorunsali ve göcmenlerin öldürülmesi bir süreklilik teskil ediyor, iddiasinda bulunabilir. Hepsinde de mesele, göcmenleri Alman toplumundan dislamaktir. Bu dislamanin, göcmenlerin büyük oranda vatandaslik haklarini elde etmesinden dolayi sinir disi ederek gerceklemedigi yerde, cinayetler yoluyla gerceklesmistir.

Böylece, NSU’nun isledigi cinayerlere neden kaumoyunda sahiplenmedigi ve bir sekilde bunun propagandasini yapmadigi sorusu da cevaplanmis oluyor. Zira, Neonazilerin 1990li yillarda tartistigi güvensizlestirme taktigi güdüldü. Etkisi kendini kurbanlarin Ötekilestirilmesinde gösterir, bu saldirilarla birlikte hem kendileri hem de akrabalari takrar „Yabanci“ yapildilar. Kurbanlarin tüm akrabalari bu etiketlenme deneyimden bahsediyorlar. Bu noktada NSU irkciligi ile polisin ve savciligin yapisal irkciligi biraraya geliyor ve etkisini gösteriyor.

Muhtemelen yanlislikla Türk sanilarak öldürülen bir Yunan vatandasinin disinda öldürülenlerin hepsi Türkiye kökenlilidir. Tam da Türk göcmenlerin NSU’nun ilgi odagi olmasi pek de sasirtici degildir. En gec 1973’te isci göcünü durdurulmasindan sonra bu grup özel bir sekilde irkciligin hedef tahtasi haline gelir. Avrupa birligi yurttasi olmamalarindan dolayi en az hakka sahip bu grup, en cok hincin yöneltildigi gruptu ve hala sosyal ve ekonomik olarak en cok ayrimciliga ugrayan gruptur. Bir kac yildan beri, bu grubu hedef alan bir irkcilik formu gözleniyor. Özellikle 11 Eylül 2001 sonrasinda Müslüman olarak kurgulanan insanlar, fundamentalist, esitlik ve modernlik karsiti bir kültür ile baglantiliyor. Bu Türkiye kökenli insanlarin cinayetle cagristirilmalari 1990li yillardan beri „paralel toplum“ olarak adlandirilan kurgu repertuvarlarina hizmet etti, ki bu zorbalik, (organize) suc, tehlike ve kütürel fark gibi terimlerle doldurulmustur.

NSU sorusturmalari esasinda, kurbanlarin secimi bir baska kritere de acikca isaret ediyor. Tümü cocuk yapabilecek yastaki erkeklerdir. Burada bioyolojik bir irckilik kendini ifsa etmektedir. Bu irkcilik bir kac yil sonra Thilo Sarrazin5 kitabinda da, müslüman göcmenlerin sözde bozuk genleri hakkinda sesli düsündügü yerlerde karsimiza tekrar cikmistir.

NSU örgütü ardinda icinde irkci motivasyonlarini anlattigi pek bir belge birakmamistir. Toplumsal baglamin yeniden degerlendirilmesiyle, NSU’nun öldürücü politikasinin irkci bir devamliliga isaret ettigi net bir sekilde ortaya cikmaktadir. Buna ragmen su söylenebilir: failler cogulcu ve göc ülkesi olma gercekligini engelleyemediler ve neticesinde basarisiz oldular.

 

[1] Nasyonal Sosyalist Yeralti Örgütü (NSU) 1990’li yillarda kurulan asiri sagci bir terör örgütüdür. 2000-2007 yıllarında 8’i Türkiye kökenli, biri polis ve digeri de Yunan yurttasi 10 kişi öldürmek, banka soymak ve bombalı saldırılar gerçekleştirmekle suclanmaktadir. NSU, örgütün iki üyesinin 2011 Kasim ayinda yasadiklari villadaki patlama ve sonrasinda cikan yanginda ölmesi ve diger örgüt üyesinin polise teslim olmasiyla desifre olmustur. Poliste önceki suclarindan dolayi oldukca kabarik güvenlik kayitlari olan ve aranan, Neonazi cevrelerinde oldukca taninan örgüt üyelerinin 7 yil boyunca farkli eyaletlerde güpegündüz cinayet islemesi, özellikle istihbarat örgütü anayasayi koruma kurumunun bu cevrelerde maasli muhbirlerinin bu cinayetlerden habersiz olmasinin pek ihtimal dahilinde olmayisi ve sonrasinda sorusturmada yasanan carpikliklar, NSU ile devlet arasinda organik bir bag olabilecegi sorusunu akillara getirmistir. Münihte halen devam eden sorusturmada henüz hicbir somut adim atilamamistir, kaldi ki o günden bu yana davada kilit öneme haiz dosyalarin devlet kurumlari araciligiyla imha edilmesi gibi skandallar, derin devlet tartismalarini gündeme getirmistir.

[2] 30 Ekim 1961 tarihinde Almanya ile Türkiye arasinda is gücü göcü andlasmasi yapilmis ve Türkiyeli milyonlarca insan Almanyaya göc etmistir. 1973 yilinda Almanya bu andlasmayi iptal ederek, artik göcmenlere kapilarini kapamaya calismistir. Lakin göc ne iki ülke arasindaki anlasmaya baslamis, ne de sonrasinda sona ermistir. 1973’te yaklasik 700 bin civarindaki Türkiyeli göcmen sayisi, sonraki yillarda, Almanyanin göcü durdurma politikasina ragmen, firlamis ve 80li yillarda 1.5 milyonu bulmus, günümüzde ise 3 milyona yaklasmistir.

[3] Yesil kart olarak da bilinen bilesim teknolojisindeki kalifiye eleman acigini göcmen isgücü arzi ile kapatmaya yönelik yasa Almanyada Schröder iktidarinda 2000 yilinda yürürlüge girer. Ilginc olan nokta, yasanin yöneldigi grup tenkik bilgi üzerinden tariflenirken, akla ilk gelen Hintli uzmanlar olmustur. 2000’de Nordhein-Westfalen eyalet secimlerinde Hristiyan Birlik baskan adayi bu uygulamaya karsi tartismali bir sloganla karsi cikmistir. Bu slogan iki birbirini tamamlayan iki temele dayaniyor. 1. si almanya is piyasasinda alman etnik kökeninden olanlarin ayricalikli olmasina vurgu, ikincisi ise alman sagcilarinin korkulu rüyasi, alman ulusunun demografik anlamda eriyip gittigi ve yok olacagi kaysidir.

[4] Bireyin kendi adaletini kendisinin sağlama yoluna gitmesi.