Düsseldorf Wehrhahn Saldırısı. 15 yıl öncesi ve sonrasıyla Düsseldorf Saldırısı

0

27 Temmuz 2000’de Düsseldorf’un Flingern bölgesindeki Wehrhahn banliyö tren istasyonunda (S-Bahnhof) meydana gelen patlama hakkında “Vikipedi”de 1800 karakter uzunluğunda bir yazı var: “TNT ile doldurulmuş boru tipi bomba”, “bir kısmı ağır olmak üzere on insanı yaraladı”, “failleri hala bilinmiyor”, kurbanlar eski Sovyetler Birliği’nden olan göçmenlerden oluştuğu ve içlerinden altısı Yahudi kökenli olduğu için “yabancı düşmanlığı veya antisemitik bir saldırı olup olmadığı belli değil” şeklinde açıklıyor online ansiklopedi. Nasyonal Sosyalist Yeraltı (NSU) örgütünün düzenlediği seri cinayet ve bombalı saldırılar ile Wehrhahn Saldırısı arasında bir bağlantının olup olmadığı ise “güvenilir bir bilgi yok” şeklinde yazılmış. Ve durum yazıldığı gibiydi. Bununla birlikte bu olay şüphesiz ki 2 Ekim 2000’de Düsseldorf Sinagoguna düzenlenen saldırı sonrası Başbakan Gerhard Schröder’in “dürüst insanların isyanı” çağrısına neden olan öncü bir olaydı. Saldırının, Wehrhahn Saldırısı ile geriye dönük bağlantısının olması, Almanya’da “yabancı düşmanlığı”, Antisemitizm ve Neonazizm ve NPD’nin muhtemel yasaklanması hakkında yürütülen tartışmaları devam ettirdi. Medya, saldırılar ve ona karşı verilen tepkileri dünya çapında haber yaptı. Wehrhahn Saldırısında yaralanan mağdurlar bugün hala saldırının izlerini taşıyorlar. Bir yandan geçmişteki diğer yandan da güncel medya haberleri ile konuyu tekrar tekrar hatırlatan yeterince neden mevcut.

Saldırının üzerinden geçen neredeyse 15 yıl sonunda, Düsseldorf’un kollektif hafızasında kalan olayı anlatmak ve olayın aydınlatılması veya aydınlatılmamasına yönelik soruları sormak için bir başka neden daha var: 2014 güz döneminde Kuzey Ren-Vestfalya (NRW) Eyaletince oluşturulan NSU Cinayetleri Meclis İnceleme Komisyonu “Wehrhahn Saldırısı”nı komisyonda görüşecek. Bunun hangi tarihte yapılacağı henüz duyurulmadı. Eyalet Hükümeti, “Kuzey Ren-Vestfalya güvenlik ve yargı birimlerinin yetkili bakanlıklar ve diğer sorumlu kişileri de içeren şekilde bu olayda olası bir hatalarının olup olmadığını incelemesi için” komisyonu görevlendirdi. Komisyonun görevi, sadece NSU ve onun destekçileri ile ilgili bağlantıları değil; aynı zamanda “Kuzey Ren-Vestfalya’da gerçekleşmiş sağ bağlantısı olan siyasi suç eylemlerini – 14 Haziran 2000 Dortmund’da düzenlenen ve üç polis memurunun ölümüyle sonuçlanan saldırı ve Düsseldorf Wehrhahn tren istasyonunda gerçekleşen bombalı saldırı gibi-“ de dikkate alacak şekilde incelemekti.

Suç ve kurbanları

27 Temmuz 2000, öğleden sonra saat üçü biraz geçmişti ki, Düsseldorf Wehrhahn tren istasyonunda ilan sayfalarına sarılı bir patlayıcı infilak etti. Patlayıcı, tren istasyonunun Ackerstrasse’deki tünel formundaki giriş alanının bir iki metre arkasındaki istasyonun dış alanından görülecek şekilde çok uzakta olmayan bir alanda asılı plastik bir torbanın içine yerleştirilmişti. Patlamanın olduğu esnada on kişilik bir grup patlayıcının yakınındaydı. Bu grup düzenli olarak aynı saatlerde, yakın bir yerde gittikleri Almanca dil kursundan saat 3’te çıkıp oturdukları yerlere (Solingen, Erkrath, Hilden ve Duisburg) ve şehrin bölgelerine (Düsseldorf-Reisholz) ulaşmak için Wehrhahn tren istasyonuna geliyorlardı. İnfilak eden bombanın parçalarının etkisi sonucunda, on kişilik grubun içlerinden dördü ağır olmak üzere hepsi yaralandı. Mağdurlardan birinin belli bir süre hayati tehlikesi devam etti ve ayrıca kendisi gibi olayda yaralanan beş aylık hamile eşi de saldırıda bebeğini kaybetti. Karlsruhe Federal Savcısının hazırladığı 29 Temmuz 2000 tarihli ara raporda şu şekilde yazılmıştı: “Mağdurların hepsi eski Sovyetler Birliği’nden geliyor (…), içlerinden altı kişi Yahudi, diğerleri ise Rus-Ortodoks inancından”. Eski Sovyet ülkeleri olan Rusya, Ukrayna, Kazakistan ve Azerbaycan’dan gelen ve –resmi dilde- “mülteci kotası” uygulamasıyla gelmiş altı Yahudi mağdur, bölgesel Yahudi toplulukları üyesiydi. Düsseldorf ve Wuppertal Yahudi toplulukları saldırının hemen sonrasında mağdurlarla ilgilenip onlara destek olmuştu.

Patlayıcı madde ve özellikleri

Olayı araştıran birimler patlayıcı maddenin kalıntılarının incelenmesinde büyük zorluklarla karşılaştılar. Büyük çabalara ve ABD’den getirilen özel robotlarla yapılan incelemelere rağmen patlayıcı düzeneğine dair tam bir bilgiye ulaşılamadı. Bu robot fakat ilk olarak olaydan günler sonra getirilmişti ve bu süre içinde yağmur yağmıştı. Bu nedenle, bombanın uzaktan gözetlenerek mi patlatıldığı ya da zaman ayarlı bir bomba düzeneği olup olmadığı bugüne kadar halen açığa çıkmış değil. Soruşturmadan sorumlu yetkililer, patlayıcının yerleştirildiği yeri dikkate alarak, bombanın uzaktan gözetlenerek patlatıldığı görüşündelerdi. Sözü edilen ara raporda şu tespit yapılmıştı: “Olayın failleri” “istasyona geçiş yolunu ve de patlayıcının bulunduğu yerin durumunu sorunsuz izlemiş ve grubun çok yaklaştığı bir esnada da buna uygun olarak bombayı görüş açısı dahilinde patlatabilmişlerdir. Kesin olarak belli olmasa da bombanın uzaktan patlatıldığı tahmin edilmektedir.” Ayrıca tren istasyonu zaman ayarlı bir bomba patlatıldığında mutlaka insanları hedef alacak kadar yeterince sıklıkta bir yer değildi. Bombanın uzaktan gözetlenerek patlatıldığı görüşü ağır bassa da, bu yine de, saldırının kurs öğrencilerini ve gruptan bir veya daha fazla kişiyi hedef alıp almadığı kesin değildi. Fail ya da faillerin, yerleştirdikleri patlayıcıyı infilak ettirmek ve olabildiğince çok insanı öldürmek veya yaralamak için en iyi anı/fırsatı kullanmış olduklarını varsaymak da mümkündü.

Patlayıcı maddenin kalıntıları üzerinde inceleme yapan uzmanların analizine göre endüstriyel hazırlanmış ve yeniden düzenlenmiş el bombası (“mills-bomb”) olduğunu tahmin ediyorlardı. Fakat Düsseldorf Savcılığına göre Mannesmann firmasının hazırladığı uzman görüşü şu sonuca varmıştı: “Kullanılan patlayıcı madde, endüstriyel üretilmiş patlayıcılarda ortaya çıkmaması gereken şekilde %1,5 TNB kirlilik oranı ile kimyasal bir bileşik olan paylayıcı TNT (Trinitrotoluen) idi. Avrupa normları olan Alman Normlar Enstitüsü’nün (DIN) standardına gore yasak olan patlayıcı maddelerin eklendiği tespit edilmiş ve bunun sadece Doğu Bloku ülkelerinde kullanılan çelikten kaplama el yapımı bir bomba olduğu görüşüne varılmıştır. Diğer yandan da patlayıcı maddenin etkisini artırmak için düzenleyenlerin bilerek en yüksek etkiyi bırakmayı amaçladıkları da tespitler dahilindedir. Kaynak eklerinin uzman işi olan 800 derecede sertleştirilmiş olması örneğinin de gösterdiği gibi, patlayıcı maddenin uzmanlık gerektiren bir şekilde düzenlendiği değerlendirilmektedir.”

İlk tepkiler

“Saldırının siyasi olduğunu düşünmüyoruz. Elimizde buna dair herhangi bir işaret yok.” Bu sözler, saldırıdan hemen sonra açıklama yapan Düsseldorf Emniyeti basın sözcüsünün ifadesiydi ve “Westdeutsche Zeitung” gazetesinde yer almıştı. Diğer yandan gazetenin aynı sayısında yine aynı emniyet sözcüsünün “siyasi motifli bir suç eylemi hususunu artık tamamıyla kapatmıyoruz.” ifadelerine de yer vermişti. BILD, emniyet sözcüsünü şöyle anlamıştı: “(Faillerin) bıraktığı herhangi bir iz yok; yine de (saldırının) siyasi bir arka planı olabileceğini düşünmüyoruz. Yaralılardan birinin özel ilişkisinden kaynaklı olması mümkündür.” BILD bu durumda ısrar etti ve saldırıdan kısa bir süre sonra kendisi “iz peşine” düştü: “Komşuları aralarında şöyle konuşuyor: ‘Kıskançlık vardı!’” Sonrasında da –hiçbir kanıt olmaksızın- soruşturmalarda ve medyada sürekli olarak muhtemel “ilişkiden kaynaklı suç” ve “kıskançlık suçu” resmi ortaya çıkıyordu. İntikamını almak isteyen ve bunun için de profesyonel hazırlanmış bir bombayı bir tren istasyonuna çöp ve sigara atma yerlerine yerleştirmiş ve bazıları ağır on insanın yaralanmasına sebep olmuş Doğu Avrupalı kıskanç, aldatılmış eski sevgili şeklindeki fail profili ortaya çıkmıştı. BILD’e göre polis, aynı zamanda “yaralılardan birinin kriminal çevrelerle bağlantısı olup olmadığını – ve sadece bir intikam dosyası kurbanı olabileceğini” de araştırıyordu. Ancak BILD tarafından olası faillere yönelik öne sürülen yayılan bu resim (“Rus mafyası, uyuşturucu satıcısı, radikal sağcı veya delinin biri”) 29 Temmuz’dan itibaren kamuoyunda ve medyada ve NSU suçlarından sonraki tepkilerin aksine –örneğin Wehrhan Saldısırı ile 2004 Köln Keupstrasse’deki bombalı saldırı ile karşılaştırıldığında- olayın arka planında ırkçılık ve antisemitizmin en olası motif olabileceği görüşü başladı. Ve bu, eksik kanıtlar ve yeni oluşmuş emniyet soruşturma komisyonu “EK Acker”in hızla varılacak yargılar karşısında yaptığı uyarılara ve de tepkiler karşısında yaptığı “iyi” çağrılara rağmen, bu Düsseldorf Büyükşehir Belediye Başkanı Joachim Erwin’i endişelendirmişti. Paul Spiegel, Düsseldorf’ta yaşayan o dönemin “Almanya’da yaşayan Yahudilerin Merkez Kurulu” başkanı, “saldırının arka planı hakkında” “eğer failler ve suç saiki hakkında güvenli/kesin bir bilgi varsa” şeklinde ilk kez açıklama yapmak istediğinde, İçişleri Bakanı Otto Schily ve Dışişleri Bakanı Joseph Fischer söze girdiler ve “yabancı düşmanlığı” ve “göçmenlere yöneltilen nefreti” olası (Schily) ve kuvvetli ihtimalle (Fischer) suç motifi/saiki olarak dile getirdiler.

Saldırı öncesi Düsseldorf’taki antifaşist gruplar sürekli yaptıkları kamuoyu çalışmasından edindikleri bilgi sonucu aktif ve sağlam, oturmuş yerel Neonazi gruplarının varlığına dikkat çekmeye çalışmışlardı. Ancak bu, üst düzey yetkililer ve polis tarafından kabul görmüyordu. Wehrhahn Saldırısından kısa bir süre öncesinde, 3 Temmuz 2000’de Wehrhahn’ın iki tren istasyonu kuzeyinde, Düsseldorf RechtsRock-Band “Reichswehr” adlı sağcı grup Yunanistan ve Afganistan kökenli iki göçmene saldırdılar ve içlerinden birisini tren raylarına itip yaralanmasına sebep oldular. 9 Temmuz 2000’de Wuppertal yakınlarında Neonaziler, Kemna Toplama Kampı Anıtında düzenlenen anma toplantında bulunan katılımcılara saldırmışlardı. “Düsseldorf ve çevresi antifaşist gruplar koordinasyonu” (ANTIFA-KOK)’un 5 Ağustos 2000’de yaptığı gösteriye şöyle çağrıda bulunmuşlardı: Wehrhahn Saldırısında “olayların seyri göz önüne alındığında” “arkasında Neonazilerin olduğu” –bu Neonazi çevreleri “Düsseldorf’ta yıllarca politika ve yetkili kurumlar tarafından, “dünyaya açık bir tolerans şehri” olduğunu göstermek için, hafife alınmış ya da hatta onların ortaya çıkması önlenmeye çalışılmıştır”- kabul edilmek zorundadır. Antifaşistler, diğer sol ve göçmen grupların katıldığı ve “Düsseldorf Yahudi Topluluğu”nun da çağrısını yaptığı – çoğu belediye meclisi fraksiyonların ve kiliselerin aksine- bu yürüyüşe yaklaşık 2 bin kişi katıldı. Devletin en üst kademesinden herhangi bir katılım ve destek gelmemesine ve sadece bir avuç dolusu belediye meclisi üyesinin (PDS, Yeşiller ve SPD millekvekili) iştirak etmesine rağmen, bu yürüyüş Almanya ve Düsseldorf’un dünyaya açık bir yer olduğu mesajı -ki bu ülke dışında da böyle algılandı- sonradan verilmiş oldu. İtalyan gazetesi “La Stampa” örneğin yürüyüşten sonra şöyle yazdı: “Göstericiler Düsseldorf’ta sağ şiddete ve yabancı düşmanlığına karşı açıkça ve barışçıl hayır dediler. Ve bu Almanya için de, sivil toplum/cesaret ve sessiz/gizli düşmanlık arasındaki tereddütleri sarstığı için önemli bir sinyaldi.”

Faillerin aranması

Wehrhahn Saldırısından yaklaşık bir yıl sonra 23 Temmuz 2001’de “Spiegel” olaylara dair gelişmeleri yazdı. Bu süre zarfında “nihayet aşırı sağcılara karşı irade” sergilenerek harekete geçilmiş, ancak hala “ortada fail yok. Sadece bir şüphe var: Bomba Doğu’dan mı geliyor?” “1400’ün üzerinde kişinin” ifadesi alınmış ve “340 adet delil toplanmış”. “Dokuz şüpheli şahsın” evinde arama yapılmış, telefonları “dinlenmiş” ve “günlerce, gecelerce gözetlenmiş”. “Ve sonuç olarak sadece bir sezi, bir şüphe”.

2009 yılına kadar “EK Acker” Dietmar Wixfort’un idaresi altında yıllar boyunca tekrar tekrar olayların tüm yönleriyle araştırdıklarını vurguladılar. Ve böyle de yaptılar. Kısa denebilecek bir sürede, Neonazi çevrelerine yakın ya da o çevreden birilerine dair ipuçlarına ulaşıldı. Silah tutkunu Ralph S. örneğinde olduğu gibi. Ralph S., askeri ve “güvenlik donatım” dükkanı sahibiydi ve olay yerinin yakınlarındaydı. Ayrıca Neonazi çevreleriyle iyi ilişkisi vardı ve Düsseldorf’un sol gazetesi “Stattzeitung TERZ” O’nun hakkında 1999 yılı Eylül sayısında “Düsseldorflu Neonaziler silahlanıyor mu?” başlığıyla haber yapmıştı. Bir başka örnek de bugün halen aktif olan ve yıllardır Güney Almanya’da yaşayan Norman B. 1997’de Geldern kentinden Velbert’e taşınmış ve sonrasında 1999’dan 2000 yılının ilkbaharına kadar Freilassing (Bayern)’e geçene kadar Düsseldorf’ta oturmuştu. B. bir “ülküdaşı”na buna kıyasla yani (çokkültürlü) Fingern şehrinde “bir şeyi havaya uçurmak” lazım diye konuşmuş, “örneğin ASG’deki istasyonu” diye bahsetmiştir. Bununla ASG Eğitim Kuruluşu kastedilmekte, yani kuruluşun binasında Wehrhahn Saldırısı mağdurlarının gittiği dil kursu da bulunmaktaydı. Ancak ne S.’ye ne de B.’ye karşı şüpheler yoğunlaşamıyor veya onların olaya karıştıkları ispatlanamıyordu, dava en nihayetinde kapandı. B. olay anında orada olmadığını ortaya koydu; S. için ise durum yetkililerce şöyle açıklandı: S.’ye yönelik şüpheler “ortadan kalkmamakla birlikte”, “şüphelinin (…) olayın failleri hakkında bilgi sahibi olduğu ya da silah ve patlayıcı madde alanından hususi maddeleri imal edecek veya temin edecek durumda olduğuna dair hiçbir ipucuna ulaşılmamıştır.” Sağ çevreler içinde yapılan diğer araştırmalar ve yürütülen soruşturmalar da “sağ eğilimli bir suç ortaklığına dair bir işaret” ortaya çıkmadığı söylendi. Buna rağmen en azından “EK Acker” soruşturmanın başında bölgesel Neonazi çevresinin rahatını kaçırmış oldu. Neonazi çevreleri yoğun baskı ve gözetim altındaydı, fakat yine de eylemliliklerini korumaya ve yeniden ulaşmaya çalıştı. NPD, Almanya genelinde başlayan kapatılma yönünde yapılan tartışmalar nedeniyle dibe doğru giderken ve aylar boyu artık yürüyüşler yapmazken, “Freie Kameradschaften” adlı parti dışı bir örgütlenme oluşan bu aksiyon boşluğunu doldurmaya çalışmıştı. Bir yandan kendilerini “ulusal bir güç” olarak NPD’den ayrı bir oluşum, diğer yandan da yoğun “tahrik” ve baskının masum kurbanları olarak gösteriyorlardı. Fakat 12 Ağustos 2000’de yapılması için Düsseldorflu “Kameradschaftsführer” yani grubun lideri Sven Skoda tarafından “Bizi kriminalize etmelerine izin vermeyeceğiz. Medya tahriği ve kırmızı/kızıl teröre karşı” şiarıyla başvurusu yapılan yürüyüşe izin verilmedi. “Freie Kameradschaften” grubu ilk olarak 28 Ekim 2000’de Düsseldorf’ta 300 kişi ile “Nasyonalistler için düşünce özgürlüğü. Yasağa karşı argümanlar” mottosu altında –her ne kadar karşı protestolar nedeniyle büyük sorunlarla da olsa- bir yürüyüş yapmayı başardılar. Bu yürüyüşten bir hafta öncesinde de yaklaşık 500 Neonazi “Medyanın iftira haberlerine ve sağa karşı histerisine karşı” mottosu ile Dortmund’da yürüdüler. Wehrhahn Saldırısı ile bağıntısı yıllar sonra bile bölgesel Neonazi çevreleri arasında bulunuyordu. 3 Haziran 2006’da Dünya Futbol Şampiyonası öncesinde, Sven Skoda’nın örgütlediği yaklaşık 270 kişilik Neonazi yürüyüşüne katılan erkekler “Düsseldorf’ta eğlenceli bir hava” yaratmak istediler.

Aynı şekilde aşırı sağa yönelen diğer soruşturmalar da “EK Acker” için sonuç vermedi. Saldırıdan kısa bir süre öncesine kadar cinsel istismar suçundan cezaevinde olan “teknik deneyim sahibi” silah toplayıcısı ve radyo ve televizyon teknisyeni Horst E., cezaevinde başka bir hükümlüye hapisten çıktıktan sonra “birkaç bombayı havaya uçurmak” istediğinden, “bir tünelde veya bir köprüde” denemek istediğinden bahsetmişti. E. önce gözaltına alındı, LKA (Eyalet Kriminal Dairesi)’nin verdiği bilgiye göre E.’nin evi aranmış ve “önemsiz sayılmayacak miktarda elektronik parçalar ve mühimmat ve büyük miktarda nakit paraya el konmuştu”. Ancak sonuç itibariyle E. hakkında açılan dava, suça karıştığına dair “yeterli delil”in sağlanamamış olması nedeniyle kapandı.

Soruşturmaların yürütüldüğü diğer beş “yön”e şu şekilde değinilmişti: Herhangi bir zaman zarfında suçluların “İslamcı terörist” olabileceğine dair doğrulanabilir bir ipucu yoktur. Ayrıca “ilişki veya kıskançlık olayı” şeklinde ortaya atılan tahminler de tıpkı (“kriminal”) “Yabancılar” arasındaki tartışmalar şeklindeki tahminler gibi her ikisi de beklendiği üzere hiçbir sonuca varmadı. Bunlara bir de tamamen muğlak kendi kendine suçu isnad eden, ancak mevcut olmayan “Yeşil Hücreler” ve Hells Angels yapılanmalarından öncesinde bildirilen ama sonradan hiç ortaya çıkmayan ipuçları eklenmişti.

Soruşturmayı yürüten birimler belli ki özellikle, hatta zaman zaman “Rus mafyası” olarak adlandırdıkları, “Doğu Avrupa organize suçları” konusuyla ilgileniyorlardı. Sözü edilen bu çevrelerden gelen tutuklu bir “itirafçı”nın verdiği bir ifadenin esasında, “EK Acker” “bilhassa Polonya” ama hem de Ukrayna vatandaşlarından oluşan bir grubun ismi geçen beş üyesi üzerine dikkatleri yönelttiler. “İtirafçının” verdiği bilgiye göre bu beş kişi saldırıyı düzenlemişti. Bu beş kişiden dördünün kimliği tespit edilebildi ve bu kişiler haraç alma ve adam kaçırmadan haklarında açılmış ceza davasından ötürü tutuklanmıştı. Ancak bu kişiler Wehrhahn Saldırısı esnasında henüz serbest dolaşıyorlardı. Ölümle sonuçlanabilecek şekilde planlanan bu saldırının amacı –verdiği ifadelerle kendisi hakkındaki ceza davasında avantaj sağlayacak “itirafçı”ya göre- gerçek kurbanların olması değil, bu saldırıyla amaç bir “güç göstergesi olarak” “suç örgütlerinden ayrılan itirafçılar” üzerinde korkutucu bir etki yapmaktı. Ancak yetkililerce söz konusu suçluların gerçekte 27 Temmuz 2000’de Düsseldorf’ta olup olmadıkları, yani suça iştirak etmiş olma ihtimalleri tespit edilemedi. Kısmen medyada da yürütülen “organize suçlar” teorileri, yani suçun arkasında yatan motifin organize suçlar olduğu yönündeki tez de sonuca ulaşmıyordu. “Kota mülteci” statüsünde olan kurbanlardan bazılarının “organize suçlulara” borçları olduğu yönündeki iddialara nazaran yürütülen soruşturmalarda bu yönde somut elle tutulur bir şey çıkmadı.

Temmuz 2001’de, yani saldırıdan bir yıl sonra yapılan “resmi durum değerlendirmesi”nde, “polis tarafından bu üç teoriden hiçbiri (1. Sağ şiddet, 2. Çılgın tek fail, 3. Doğu Avrupalı organize suçlar) kapatılmayacak”, “soruşturmalar” “her üç teoriye karşı eşit yoğunlukta yürütülmelidir” şeklinde yer almıştır. Şüphesiz “suçun Neonazilerce işlendiği görüşünün daha ihtimal dışı olduğu anlayışı egemen olmuştu. Bu değerlendirmenin esasında sağ gruplardan ayrılmış itirafçıların verdiği sayısız ifadeler ve Almanya çapında çok sayıda uygulanan telekomünikasyon gözetleme tedbirleri sonucunda faillerin sağ görüşlü olduğuna dair hiçbir işaretin olmaması” vardı. Ve en nihayetinde, er ya da geç, saldırıdan kısa bir süre sonra ortaya atılan tez tekrardan ortaya çıkıyordu: Neonazi saldırısı olsaydı mutlaka Neonazilere ait saldırıyı üstlendiklerine dair bir işaretin bırakılması gerekiyordu. “Rheinische Post”un olayla ilgili soruşturmayı yürüten şef Dietmar Wixfort’un olayı “çözülmemiş” dava dosyası olarak vermesi dolayısıyla çıkan 27 Temmuz 2009 tarihli haberine göre, Savcı Ralf Herrenbrück bir kez daha vurgulamıştı: “Bu arada olayın siyasi motife dayanan bir saldırı olduğu neredeyse tamamen” ihtimal dışıdır; çünkü “(Neonazilerin saldırıyı) üstlendiklerine dair bıraktıkları bir iz yoktur”. Bu mantığın sonunda geriye sadece “çılgın tek başına bir fail” ve “Doğu Avrupalı organize suçlar” teorileri kaldı ki, orada da yetkililerce birçok kez “tek bir fail” olduğuna dair inancın çok da mümkün olmadığı belirtilmişti. Yani geriye “Rus mafyası” kalıyordu. Rheinische Post’a göre “(Bugüne kadar) yaptıklarımızın tümüne bakarsak, inanılmaz” diyordu Savcı Herrenbrück geçmişe bakarak. Moskova’da metro istasyonunda iki “olası tanığın” robot resimleri bile asılmıştı. Haklarında yakalama kararı çıkarılan tarzda Moskova metrosuna asılan robot resimlerdekiler Wehrhahn Saldırısının bugüne kadar teşhis edilmemiş tanıkları mıydı? Tahmin ediliyor ki, “olası tanıklar”da söz konusu olan daha ziyade –tabiki resmi olmayan- olay şüphelisi olarak görülen kişilerdi.

Olayların görünümü ve değerlendirmesi

Bugüne kadar Wehrhahn Saldırısına dair yürütülen soruşturmaların detayları hakkında fazla bir şey bilinmiyor. Bu, olası aşırı sağcı faillere bakıldığında soruşturma işlemleri için de geçerli. Dışarıdan gelen bilgiler doğrultusunda iki şüpheli, birkaç ev araması, nitelik ve nicelik açısından ayrıntılı yapılmamış telefon dinlemeleri ve “itirafçı”larla yapılan görüşmeler: bundan daha fazlası bilinmiyor. Hangi bilirkişilere başvurulduğu, hangi aşırı sağcı ve Neonazi çevreleri içinde araştırma yapıldığı ve Anayasayı Koruma Dairelerinin (istihbarat daireleri) olası bir aydınlatmaya dair ne tür bir katkı sağladığı belirsiz. Sağ terör yapılarının varlığı ve olaya karıştıkları hiç düşünülüp değerlendirildi mi? Şimdiye kadar NSU’nun olaya karıştığına dair herhangi bir bulgu ortaya çıkmasa dahi; bu, bu saldırının arkasında Neonazilerin olmadığı anlamına gelmez. Çeşitli belli sağ terör saldırıları, örneğin 1998 Eylül ve Aralık aylarında Berlin’de Heinz Galinski’nin (“Almanya’da Merkezi Yahudiler Kurulu” eski başkanı) mezarına yönelik saldırı ile 1999 Mart ayında Saarbrücken’de (Nazi dönemi) Alman ordusunun işlediği suçlar hakkındaki sergiye yapılan saldırıyı büyük bir olasılıkla NSU’nun yapmadığı tahmin ediliyor. “EK Acker”in yürüttüğü soruşturmalarda örneğin bu saldırılar herhangi bir rol oynadı mı?

Her ne kadar şu ana kadar edinilen bilgiler dahilinde NSU’nun 2000 yılında Wehrhahn Saldırısındaki gibi kullanılan patlayıcıyı imal veya temin etme durumunda olduğu daha ziyade ihtimal dışı olsa da ve bu saldırı NSU’nun kendini deşifre etmesinden sonra, NSU’nun videosunda ortaya çıkmamış olsa da, NSU’nun eylemliliklerden biri olabileceği hususu dışlanamaz. NSU’nun 23 Haziran 1999’da Nürnberg’de el feneri içine yerleştirilmiş halde düzenlediği bomba saldırısı da hazırladıkları (itiraf) videoda gösterilmemişti. Kasım 2011’de NSU’nun ortaya çıkan ilk işlediği suç, 9 Eylül 2000’de, yani Wehrhahn Saldırısından altı hafta sonra, Nürnberg’de işledikleri Enver Şimşek cinayetiydi. “Jüdische Allgemeine” de 17 Kasım 2011’de bu konuya şu başlıklarla dikkat çekti: “Trinitrotoluen (TNT) […] eski Doğu Bloku ülkesinden […] ‘90’lı yılların ortalarına kadar ‘yeni eyaletler’de hala nispeten illegal yollardan satın alınabileceği”, “Uwe Böhnhardt, Uwe Mundlos ve Beate Zschäpe için de: 1998’de ortadan kaybolduklarında, Zschäpe tarafından Jena’da kiralanan bir garajda yapılan aramalarda görevliler Nazi propaganda materyallerinin yanı sıra dört adet kullanıma hazır boru tipi bomba düzeneği ve de 1392 gr. TNT.” Söz konusu TNT toplamda 38 kg.’dı ve 19991’de “(eski Doğu Almanya’da) Ulusal Halk Ordusu”nun deposundan çalınmış olmalıydı. Wehrhahn’da kullanılan TNT bu Halk Ordusu’ndan çıkarılmış olabilir miydi? Jena’da el konulan fakat o esnada imha edilen TNT ile Wehrhahn Saldırısında kullanılan arasında yapılan karşılaştırma ne sonuç verdi? Esasında böyle bir karşılaştırma yapıldı mı?

Meclis Araştırma Komisyonu üyelerince yakında emniyet görevlilerine, savcılara, istihbarat görevlilerine ve diğer ilgili kişilere yöneltilecek sorular fazlasıyla mevcut. Wehrhahn Saldırısı ve ona yönelik bu sorulara esasında biraz daha fazla ışık tutulması da böylece mümkün.

Makale ve yazarları hakkında:

Alexander Brekemann ve Maria Breczinski tarafından hazırlanan bu yazı 1 Mart 2015 tarihinde eşzamanlı nrw.nsu-watch.info ve www.lotta-magazin.de sayfalarında Almanca olarak yayınlanmıştır. Alexander Brekemann “LOTTA – NRW, Rheinland-Pfalz ve Hessen’de çıkarılan Antifaşist gazete” redaktörü, Maria Breczinski ise “NSU-watch NRW” sözcüsüdür.

Almancası için bkz.: http://nrw.nsu-watch.info/der-duesseldorfer-wehrhahn-anschlag/