52. Duruşmanın Tutanağı – 6 Kasım 2013

0

Tanıklar ve bilirkişiler:

  • Bilirkişi Dr. Japes (Frühlingsstaße’deki ipuçlarının ve Zschäpe’nin kıyafetlerinin kimyasal açıdan akaryakıta ilişkin incelenmesi)
  • Gotha Yönetici Emniyet Müdürü Michael Menzel (soruşturmanın başlarında, karavanın 4 Kasım tarihinde bulunması esnasında yönetici)
  • Bilirkişi Dr. Stadtland (Psikolog, Tanık E.’nin sorgulanabilirliğinin ortaya çıkarılması amaçlı)
  • Kriminal Başkomiser (KHK) Ba. (Kubaşık cinayetini araştırması esnasında soruşturmalar yürüttü)
  • KHK Sch., doğum adı L. (Dortmund cinayet masası yönetici araştırmacısı)

Duruşmanın bugününde Yönetici Emniyet Müdürü Michael Menzel’in ifadesi ön plandaydı. Kendisi 4 Kasım 2011’de karavanın Eisenach’ta bulunmasıyla birlikte soruşturmaları yürütmüştü. Açıklığa kavuşturulması gereken noktalar; Eyalet Kriminal Dairesi (LKA)’nin Uwe Böhnhart ve Uwe Mundlos’tan ne zamandan beri haberi olduğu, soruşturmaya nasıl yön verildiği ve diğer makamların, örneğin Eyalet Anayasayı Koruma Dairesi’nin (LfV), bu soruşturmalara nasıl müdahil olduklarıydı. Uwe Mundlos’un kimliğinin belirlenmesine yönelik verdiği ifade, içerdiği çelişkiyi sürdürdü.

Maktul Mehmet Kubaşık’ın kızı Gamze Kubaşık, müdahil davacı olarak duruşmaya katıldı. Duruşma saat 9.49’da başladı. Saat 11’i geçtiğinde Münih-Obermenzig’den bir neonazi de izleyiciler arasındaydı.

Bugün öncelikle Dresden’deki Saksonya Eyalet Kriminal Polis Dairesi’nde (LKA) kimyager olan bilirkişi Dr. Japes dinlendi. Zwickau’daki Frühlingsstraße 26’da gerçekleşen kundaklamaya ilişkin soruşturmalarda LKA‚ya  9 Kasım 2011’de birçok başka cismin de incelenmesine dair başvuruda bulunulmuştu. Bu incelemede, özellikle farklı odalardan zemin kaplamaları parçalarının tutuşabilir özellik taşıyan sıvılar içerip içermediğine bakılması istenmişti. Bunun dışında, ayrıca çeşitli “karşılaştırma maddeleri” olarak bir benzin tenekesinden sıvı örneği ve Beate Zschäpe’nin tutuklanması esnasında ele geçirilen kıyafetler incelenecekti. Birçok örnekte ve karşılaştırma maddelerinde, bilirkişinin ifadesine göre, gerçekten de “bariz hidrokarbon karışımları tespit edilmişti” ve “akaryakıtın tekil bileşenleri” de, incelenen çoraplar da dahil olmak üzere, görülmüştü. Gönderilen sıvı, “içinde motorin katkısı olmayan, havayla birleştiğinde patlayıcı hale gelen akaryakıt” idi. İki örnekte de birbirinden tamamen farklı yakıt maddesi bulunmuştu.

2 Aralık günü bir kavanozun içinde bulunan bir parça beyaz maddenin incelenmesi istenmişti. Bu maddenin nişasta ve hidrokarbon karışımı olduğu, bir çeşit macun görevi gördüğü açığa çıkmıştı. Bunun ötesinde bazı kitaplar, bir parça oluklu mukavva ve bir zemin kaplama maddesi de yanıcı sıvı içerip içermediklerine ilişkin araştırılmışlardı. Kitapta ve zemin kaplama maddesinde yine akaryakıt menşeili hidrokarbona rastlanmıştı ve daha önceki izlerdeki bileşenle aynıydılar. Mukavvada ise akaryakıt bulunmamıştı; ama tetkik edilebilir aromatik bileşenler teorik olarak inceltici ya da çözücü madde karışımlarında da ortaya çıkabilirdi.

Götzl’ün sorusu üzerine Dr. Japes inceleme yöntemlerini sıraladı: Gaz kromatografisi, yer yer kütle spektrometresi; örnek alımı gaz fazı esnasında, absorbe eden madde gaz geçirmeyecek şekilde paketlenmiş madde üzerinden geçirilerek gerçekleşiyordu. Senato tarafından gelen soru üzerine bilirkişi, bazı çözücülerin akaryakıt ile benzer yanıcılık gösterdiğini söyledi. Bulunan bağıntı ne kadar güçlüyse, maddenin sıvı yakıt ile temasa girmiş olması ihtimali de o kadar artıyordu. Bazı örneklerdeyse, gaz halde bir temasın da olabilmesi mümkündü. Avukat Stahl, mesela çoraplarda akaryakıtın ne kadar kalacağını öğrenmek istedi. Dr. Japes, bunun dışarıdaki sıcaklık ve olası bir kaplama, paketleme ile ilişkili olduğunu ve bu yüzden ne kadar kalacağına dair bir tez ileri sürmenin doğru olmayacağını belirtti. Ama hafif uçucu maddelerin de çorabın üzerinde bulunmasından ötürü, uzun süreli bir durumdan söz edilemezdi. Örneğin bir yıkama ve kurutmadan sonra bu hafif uçucular bulunamazlardı. Ağır uçucular ise, bir yıkamadan sonra da bulunabilirlerdi. Tabii bu da materyalin yakıta batırılmasıyla ya da sadece üzerine birkaç damla düşmesiyle alakalıydı.

Avukat Sturm, araştırmaların ne zaman başladığının ve maddenin nasıl paketlendiğinin detaylarını öğrenmek istedi. Maddenin 9 Kasım tarihindeki girişi ile birlikte hemen araştırmalara başladıklarını söyleyen Japes, emaneti gaz geçirmeyen folyolara ya da yine gaz geçirmeyen vidalı kapakları olan kavanozlara yerleştirdiklerini anlattı; örneğin, çorapları tek tek gaz geçirmeyen emanet poşetlerine yerleştirmişlerdi. Avukat Sturm, bu “ağır” bağlantıların su içinde nasıl bir yerden bir yere taşınabildiklerini ya da dağılabildiklerini sordu. Dr. Japes, “ağır uçucu” bağıntılarda suda çözülme olasılığının düştüğünü ve bu bağıntıların maddelere sağlam bir biçimde yapıştığını söyledi. Sturm, birçok kere kanıtlanabilir maddelerin kalıcılıklarına ilişkin sorular sordu. Bilirkişi, şu zamana kadarki tecrübeleri ışığında, havaya karışmanın ne zaman gerçekleşebileceğini söylediğini belirtti. Maddenin cinsinin, hava akımlarının ve sıcaklığın bu konuda ciddi etkileri olduğunu ekledi. Sturm,  temasın gaz mı yoksa sıvı şekilde mi gerçekştiğinin anlaşılması için bir “sınır değeri” istediğini söyledi. Japes, böyle bir sınır değeri olmadığını, yoğunluğun maddenin miktarıyla, örneğin yapısıyla vb. ilintili olduğunu söyledi. Zschäpe’nin savunma kanadı, bilirkişiden belirleme yönteminin birimini (pikoamper) ve kullanılan aletin cinsini söylemesini istedi. Aletin nasıl çalıştığına dair Japes şunları anlattı: Kullanılan dedektörün sonunda normalde tekil bağıntıların ortaya çıkması gerekmekteydi; fakat, akaryakıtta 100-1000 arasında bağıntı ortaya çıkmaktaydı. Bilirkişi, kullanılan aletle tüm bağıntıları tek tek incelemenin mümkün olduğunu söyledi. Avukat Sturm o zaman, “Yani bu metotla temasın gaz mı yoksa sıvı halde mi gerçekleştiğine ilişkin güvenilir bir beyanda bulunabiliyor musunuz, yoksa bu sadece bir tahmin mi?” dedi. Japes, bunun bir tahmin olduğunu söyleyemeyeceğini, çünkü LKA‚da analizden çıkan sonuçların kullanılan akaryakıt ile bağlantısı olup olmadığına dair tasdiğinin gerçekleştiğini söyledi. Bu sonuçlar ancak yüksek sıvı miktarında elde edilebilmişlerdi. Belli bir sınır ise yoktu. Japes, Sturm’un sorusu üzerine düzenekte tüm taşıyıcıların maddesel doğasını ve şeklini dikkate almış olduğunu söyledi. Sturm akabinde bir patlama esnasında akaryakıtın dağılımına ilişkin soru sordu. Patlama ve yangının sadece gaz fazında gerçekleştiğini söyleyen kimyager, “Eğer buraya biri masanın başında diğeri sonunda olmak üzere akaryakıttan iki gölcük koyarsanız, kısa bir süre içinde odanın her yerinde eşit miktarda gaz konsantrasyonu olacaktır. Patlamadan sonra olacaklar ise, sadece sınırlı şekilde bilinebilir. Gölcüğün etrafında maddenin bulunabilmesi ise en yüksek ihtimaldir.” dedi.

Akabinde tekrar Stahl sorgulamaya devam etti. O da Zschäpe’nin çoraplarının nasıl incelendiğini merak etmekteydi: Çoraplar tamamen akaryakıta batırılmış şekildeyken, ne kadar sürede tüm akaryakıtın uçacağının tespit edilmesi mümkün olabilir miydi? Bilirkişi, bu noktada aslına uygun bir çevre sağlanabilirse böyle bir testin yapılabileceğini, ama ufacık bir değişikliğin bile bambaşka sonuçlara sebep olacağını söyledi. Avukat Stahl bunun üzerine, sadece çok az delilin kalabileceği ana değin ne kadar zaman geçmesi gerektiğini sordu. Japes konuya ilişkin, “Ağır uçucu bağıntıları bir haftaya kadar hâlâ bulabilirsiniz; ama hafif uçucular, mesela çakmak gazı, kısa bir süre içinde kaybolurlar.” beyanında bulundu. Bir çorabın giyilmesine ilişkin dayanak olabilecek, karşılaştırmalı bir laboratuvar incelemesinin fikrince mümkün olmadığını, (akaryakıtın) vücut yağına alınışı, ciltten içeri girişi, çeşitli uzuvların ve çevrenin sıcaklığı gibi birçok değişkenin bunda etkili olacağını söyledi. Zschäpe’nin savunma avukatları, neden 9. ve 10. örneklerde bir ize rastlanamadığını merak ediyorlardı. Bilirkişi bunu onayladı, evet orada bir şey bulunamamıştı, bahsi geçen maddeler bir çift deri ayakkabıydı; düz üst zeminleri ve kalın bağcıkları bulunmaktaydı. Çoraplar ayakkabı sayesinde güçlü bir korumaya sahiptiler; ayakkabılar ise havayla sürekli temas halinde olmuş olmalıydı. Avukat Sturm bununla bağlantılı olarak, yakıta batırılmış çorapların ayakkabıların içinde buharlaşmayla beraber maddeyi ayakkabının iç kısmına taşıyıp taşımayacaklarını sordu. Bilirkişi, kendisine hak verdiğini; fakat aynı zamanda az miktar yakıtta yine az miktarda bir buharlaşma ve akabinde az miktarda da kaplayıcı maddeye bir geçiş söz konusu olacağını belirtti. Toplamda iki farklı hidrokarbon bileşeni bulunmuştu. Eter ve yakıt bileşenleri, salonda bulunan bilirkişi Dr. Setzensack’ı ayrıntılı olarak ilgilendirmişti. Kısa bir mesleki konuşmanın ardından Japes, bu farklılıklar yüzünden en az iki farklı kap olması gerektiğini söyledi.

15 dakikalık bir aradan sonra, duruşmada bugün Thüringen’de yönetici emniyet müdürlüğü yapan tanık Michael Menzel’in dinlenmesine başlandı.

Kendisi, 7 Eylül 2011’de Arnstadt’ta gerçekleşen Sparkasse soygununun sonrasında kurulan özel komisyonun başında, soruşturumaları nasıl yürüttüğünü anlattı. Özel komisyon 2008-2011 seneleri arasında bir dizi banka soygununun gerçekleşmesi yüzünden kurulmuştu. 7 Eylül’deki olaya ilişkin olarak Almanya çapında 13 Eylül günü bir “ilam bülteni çıkarıldı.”: “İki suçlu, maskeli, silahlı, olay yerinden kaçış esnasında bisiklet kullanılmış. Suçlulardan biri solak.” Chemnitz kriminal polisi aynı faillerin birçok soygun olayına karıştıklarını bildirmişti. Menzel “Olaylardaki paralel işleyiş şaşırtıcıydı.” dedi. Bunun üzerine yeni bir kovuşturma sistemine geçerek, kaçış yollarını en hızlı şekilde tıkamaya çalışmışlardı. Bu esnada, çok uzakta olmasına rağmen, bilgileri dahilindeki hızlı soruşturma çemberini de unutmamışlardı.

4 Kasım günü Eisenach’taki Sparkasse’nin soyulmasına ilişkin bilgiyi almışlardı. Soygun, yine seriye uygun bir saatte gerçekleştiği için ellerinde yeterince kuvvet mevcuttu ve bu yüzden hepsi Eisenach’a gitmişlerdi. Menzel’in söylediklerine göre, bölgedeki otoban bağlantısı dağları dolandığı için, özellikle otobandan eski çıkış caddesi hayli kalabalıktı. Birinci olaydan ötürü faillerin  transporter ya da benzeri bir araçla olay yerinden kaçacakları bilindiğinden, özellikle bu tip araçlar durdurularak soruşturulmuşlardı. Saat sabah 10 sularında bir devriye, sanayi bölgesi Stregda’ya doğru giden yolda görgü tanıklarını sorgulamıştı. Tanıklardan biri, iki erkek gördüğünü, onların OBI marketinin otoparkında bisikletleriyle bulunduklarını ve bisikletleri “V” plakalı beyaz bir karavana yüklediklerini söylemişti. Menzel, bu bilgiyi hemen ilettiklerini, Eisenach’ın neredeyse tamamen abluka altına alındığını, tüm dışarı çıkılan caddeleri tutmaya çalıştıklarını ve sistematik olarak Eisenach’ın tarandığını belirtti. Şehrin 35 bin kişilik nüfusunda bu tarz bir çalışmanın realist olduğunu da ekledi. Saat 12’de bir devriye, “V” plakalı bir karavan görmüştü. Yaklaştıklarında iki el ateş edilmiş, memurlar ufak bir duvarın arkasına saklanarak kendilerini güvene almışlar; ama karavanı göz mesafesinden çıkarmamışlardı. “Tam olarak karavanın durduğu yerde bir inşaat çukuru olduğu için, ne olduğu rahatça görülebiliyordu.” Polisler takviye çağırmış ve o esnada da yangın çıkmıştı. Bunun üzerine itfaiyeye haber verilmişti. “O esnada saat 12.05 ya da 12.06’ydı.” Bu Menzel’in ayrıca kendisinin de Gotha’dan Eisenach’a gelmesine sebebiyet vermişti: “Aracın suç ile direkt bir bağlantısı olduğunu ve faillerin de içeride olduklarını farz ederek hareket etmek zorundaydım.” Ayrıca bunun ötesinde bir de ellerinde rehine olması durumu gündeme gelmişti, “Bu noktada Thüringen’de bir yüksek makam kararları vermek ile yükümlü hale gelir.” Olay yerine vardığında, yangın büyük ölçüde söndürülmüştü. Girişten bakıldığında sol tarafa düşecek şekilde iki erkek cesedi bulunmuştu. Bunun üzerine, standart prosedür gereğince deliller toplanmaya başlamıştı.

“O esnada içeride olan biten benim için tam anlamıyla aydınlanmamıştı.” ifadesinde bulundu Menzel, “Çünkü memurlar, kendilerinin ateş etmediklerini söylemişlerdi.” O esnadaki görevinin “olaylara karışan üçüncü bir şahıs olup olmadığını aramak” olduğunu belirtti. İki şahsın da kafasındaki geniş çaplı yaralanmalar görülmekteydi ve bir “pump-action”(bir cins tüfek) yerde durmaktaydı. Yayılan alevler çatıyı yok etmişti ve söndürme işleminden arta kalan şeyler ortalıktaydılar. Plaka soruşturmasından sonra saat 12.45’e doğru Zwickau kriminal polisi, araç sahibinin aracın kime kiralandığını soruşturmalarını istemişti. Öğleden sonra Menzel, yanında bir kadın ve bir çocuk bulunan bir erkek tarafından aracın kiralandığını öğrenmişti.

Masanın üzerinde duran silahın şarjör zemini tamamen erimişti ve bir mermi dışarıya çıkmıştı. “Gördüğüm şeyi, polisler tarafından da kullanılan bir mermi olarak sınıflandırabilmiştim.” Olayın genel görünüşü ve olası polis kurşunu, Menzel’in bu kişi ve silahlara dair soruşturmayı ilerletmesine sebebiyet vermişti. Özel komisyonu çağırmıştı ve görev dağılımını gerçekleştirmişti. Saat 16.00’da silah, polis memuru Kiesewetter’nın silahı olarak teşhis edilmişti. Menzel’in ifadesine göre bu hadise, olaya karışanların sıradan banka soyguncuları olmadıklarına dair olan tezinin başlangıç noktası olmuştu. O yüzden soruşturmaların olay yeri değil de fail prensibine göre sürdürülmesini emretmişti. ,

Aracın kiralanmasına ilişkin soruşturmanın akabinde Holger G. isimli şahsın kimlik bilgilerine ulaşılmıştı. Olay yerindeki cesetlerin kimlik tespiti ise, “kanıtların yok edilmesinin önüne geçmek amacıyla cesetlerin karavandan çok dikkatli çıkarılması yüzünden” uzun sürmüştü. Cesetler, adli tıbba sevkedilmek üzere Jena’ya gönderilmiştiler. Bad Nenndorf polis müfettişliği tarafından da G.’nin evinin gözetlenmesine ilişkin karar çıkarılmıştı. Hannover kriminal polisinin dosyalarında Holger G.’nin sağ eğilimli olarak tahmin edildiği bulunmuştu. Bilhassa doğum yeri olan Jena, önemli bir ipucu olmuştu. G.’nin hayat arkadaşı saat 00.30’da evde bulunmuş ve kendisine Holger G.’nin nerede olduğu sorulmuştu. Bunun üzerine Holger G. yaklaşık 01.30’da iş yerinde tutuklanmıştı.

Menzel, ertesi gün sabah Jena’dan otopsi dosyaları geldiğinden saat sekiz sekiz buçuk arası işe başlamıştı. Şahıslardan birinin kimliği tespit edilebilmişti: Uwe Mundlos. Babasının 2005 senesinde vermiş olduğu kayıp aranıyor ilânı için parmak izleri de alınmıştı. Bunun üzerine cumartesi günü tamamen başka bir resim ortaya çıkmıştı: 1998’deki Jena olayları. O zamanlar Mundlos’un Böhnhardt ve Zschäpe ile birlikte olduğu tezleri ortaya atılmıştı: “O yüzden ikinci kişinin Böhnhardt olup olmadığını ve Zschäpe’nin şu an nerede olduğunu bilmek istiyorduk.” Kimlik tespiti LKA’nın elindeki arama fotoğrafı ve baldırındaki dövme ile daha da desteklenmiş oldu: “Çok yüksek bir ihtimalle ikinci kişinin B. olduğu söylenebilirdi.” Menzel vardığı kanıyı hemen özel komisyonun Heilborn’da toplandığı yere de bildirmişti ki cumartesi sabahı erkenden Heilborn cinayeti kanıtları ile olay yerine ilişkin kanıtlar karşılıklı ilerleyebilsinler. Özel komisyon, iki memuru Zwickau’ya göndermişti ve içlerinde bir tane de robot resim çizici bulunmaktaydı. Karavanlarını kiralayanlardan, kiralama esnasında adamın yanında bulunan kadının Zschäpe olup olmadığının belirlenmesine yönelik ipuçları toplanacaktı. Cuma günü plaka soruşturmasını yapan memur, cumartesi günü saat 12.30 sularında arayarak cuma öğleden sonra Frühlingsstasse 26’da bir patlama gerçekleştiğini bildirmişti. Bir görgü tanığı, ifadesinde geçmişte civarda beyaz bir karavan gördüğünü söylemişti. Menzel’e göre bu bir bağlantıydı: “Frühlingsstraße 26, Mundlos, Böhnhardt ve Zschäpe’nin sığınakları mıydı?” Saksonyalı polisler gün içerisinde, evin “Dienelt” adına kiralandığını ve iki erkek bir kadın üç kişinin orada yaşadığını bildirmiştiler. Menzel: “Resim tamamlanmıştı: Bir dizi soygun, kimlik tespiti, üçlünün Frühlingsstraße’deki barınakları ve burada daha önce görünmüş olan karavan.”

Hakim Götzl, 4 Kasım 2011 günü ölümlere ilişkin haberin ne zamandan itibaren basına bildirildiğini sordu. Bunun üzerine Menzel, basının olay yerine hızlıca geldiğini ve bunun bir sorun olduğunu söyledi; ama bir rehine endişeleri olduğu için karavanın çevresini uzak bir mesafeden kapattıklarını ve bu şekilde bir uzaklıktan basın mensuplarının “karavanın içine yüksek ihtimalle bakamadıklarını” söyledi. Ama kendisine basının, karavanda çıkan yangın esnasında orada olduğu haberinin de verildiğini ekledi. Karavanın bulunduğunu polis cephesi olarak, basına bildirdiklerini onaylayan Menzel, “Ama karavanın olay ile ilişkisi olup olmadığı tamamen ucu açık bir konuydu.” dedi. Konuya ilişkin bir tutanak da tutulmuştu; çünkü kendisi tüm bilgilerin dakika/saat bilgisi eşliğinde yazılı olarak dışarı çıkacağına dair talimat vermişti. Bu basın takviminde de karavanın içinde ölülerin bulunduğuna dair bilginin doğrulanmasının saati yazılıydı. Kendisi şu an tam olarak saatten emin değildi; ama ya 14:00 ya da 15:00 gibi karavan “güvenli bir bölgeye” getirilmişti. Götzl, tanıktan saat 13:30’a kadar bahsedilen takvimde hangi saatlerin yazılı olduğunu sormasını rica etti. Bu noktada, bilgi gelene kadar Emniyet Müdürü Menzel’in dinlenmesi ertelendi. Avukat Stahl konuya ilişkin şaşkınlığını, böyle bir takvimin olup da duruşma dosyalarında bulunmaması konusuna değinerek gösterdi. Götzl de “Evet, ben de ilk kez böyle bir şey duyuyorum.” diyerek kendisine katıldığını belirtti.

Duruşmaya verilen 10 dakikalık bir aradan sonra Ludwig Maximilians Üniversitesi (LMU) Münih’te görevli bilirkişi uzman psikiyatr PD Dr. Cornelis Stadtland, tanık Charlotte E.’nin ifade verip veremeyeceğine ilişkin dinlendi.

Stadtland, tanığın yeğeni Monika M. ile telefonla görüştükten sonra (bkz. 29. duruşma tutanağı) Zwickau’daki C. bakım evinde Bayan E.’yi ziyaret ettiğini anlattı. Hem Bayan E. hem de yeğenlerinin iznini alarak, bakım evinin yöneticisi ile görüşmüştü. Kendisine verilen dosyalarda da mahkemenin, ilgili doktor ile yapmış olduğu bir konuşma yer almaktaydı: Bayan E. tekerlekli sandalyedeydi ve demans ciddi bir sorun teşkil etmekteydi. Konuya dair dosyalarda, tanığın sağlık sebeplerinden ötürü mahkemeye gelmesinin imkan dahilinde olmadığı belirtilmekte, konu birçok teşhis ile desteklenmekte, bunun ötesinde femur fraktur (kalça bölgesine ilişkin) ameliyatı nedeniyle tam olarak ayaklanamadığı da kayda geçmiş bulunmaktaydı. Stadtland ayrıca doktor tavsiyelerine de göz atmıştı ve Bayan E.’nin alması gereken bir sürü ilacı sıraladı. Bilirkişi, Bayan E.’yi 23 Ekim tarihinde ziyaret ettiğini ve yeğenlerin, doktorun tahminlerini doğrulayıcı nitelikte konuştuğunu belirtti. Tanık 9.20’de muntazam giyinip kuşanmış, yatakta yatar şekildeydi. Stadtland ile tanığın yeğeni, Bayan E.’yi tekerlekli sandalyesine yerleştirmişlerdi; çünkü kadın kendi başına kesinlikle kalkamamıştı. Bir saat kadar tanık ile birçok konu hakkında sohbet edilebilmişti, “konuya ve kişiye odaklanmış durumdaydı.” Birden bire Münih’e yolculuk yapamayacağını “nefes alamayacağını” söylemişti ve bu noktada Bayan E.’nin konsantrasyonu dağılmış, git gide suskunlaşmıştı. Stadtland olayı kendisi incelememişti, bir yeğeni Bayan E.’nin eski evinin önünden tekerlekli sandalye ile geçtiğinde ağladığını söylemişti. Her iki yeğen de tanık E.’nin şu sıralar durumunun gayet iyi olduğunu ve fakat bu durumun ne yazık ki sürekliliğini korumadığını belirtmişlerdi. An an zaman oryantasyonunu kaybediyor, İkinci Dünya Savaşı’ndan ve artık hayatta olmayan insanlardan bahsetmeye başlıyordu. Her iki kişi de Münih’e gitmesi durumunda Bayan E.’nin hayatını kaybedebileceğinden endişelendiklerini belirtmişlerdi. Yatarak seyahat etmesinin bile söz konusu olduğunu düşünmüyorlardı. Esas sorun korkusuydu, evini kaybettiğinden beri çok çabuk heyecanlanmaktaydı. Bilirkişi olarak Stadtland, 23 Ekim 2013 tarihinde tanığın dinlenilebilir olduğunu ve fakat bunun süreklilik arz etmeyen bir durum olması, ayrıca Münih’e doğru gerçekleşecek bir seyahatin sonuçlarının hesaplanamaz boyutlarda bulunması nedeniyle, tanığın ifadesinin video ile alınmasını, bu esnada yeğenlerinin ya da tanıdık bir bakım elemanının da orada bulunmasını önerdiğini belirtti. Götzl, kendisine “ifadenin dava katılımcılarının da bulunduğu bir şekilde alınmasına” ilişkin fikrini sordu. Tanıkta fiziksel hastalık ve korkunun bir arada bulunduğunu ve bunların birbirlerini tetiklediğini belirten Stadtland, sonucun ifade alınabilirlik düzeyini negatif etkileyeceğini söyledi. Video ile ifade alma yönteminde, dava katılımcılarının olduğu şekle göre baskının daha hafif olduğunu belirtti. Müdahil davacıların temsilcilerinden avukat Schön, video ile alınan ifadenin rizikolarını sordu. Stadtland, her türlü ifade alma biçiminin bir çeşit baskı teşkil edeceğini, ama video ile ifade almanın en az baskıya neden olacağını söyledi. Bunun sadece kişisel bir tahmin olup olmadığı konusuna, bu söylediklerinin medikal incelemeler sonucunda varılmış kararlar olduğunu ekledi. Ama kendisi, tanık ile bilerek olaya dair konuşmamıştı ki vereceği ifade hiçbir şekilde etkilenmemiş olsun. Netice itibariyle kendisi bunu test etmemişti. Götzl, bunların ardından kişisel mevcudiyetin tanıkta daha detaylı bir hatırlamaya sebep olup olmayacağını sordu. Bilirkişi, bunun tam tersi olacağını, göz temasının korkuyu tetikleyeceğini belirtti. Bu noktada video ile alınacak ifadenin “hafif yöntem” olduğunu söyledi.

Avukat Heer’in isteği üzerine hakim Götzl ,duruşmaya on dakika ara verdi. Aradan sonra avukat Heer, hastanın akıl ve ruh sağlığı açısından daha ciddi bir baskının oluşacağı hipotezinin neye dayandığını sordu. Stadtland, az önce vermiş olduğu ifadeye atıfta bulundu. Avukat Heer, bahsi geçen bir saat beş dakikalık görüşmeye, akrabalarla olan müzakerenin de dahil olup olmadığını sordu. Stadtland konuşmanın nasıl gerçekleştiğine dair ayrıntılı bilgi verdi. Heer, vekaleten bir sorgunun tartışma konusu olup olmadığını sordu. Stadtland, uzman kişi olarak görüşünün video ile ifade almak doğrultusunda olduğunu, en az baskının bu şekilde meydana geleceğini tekrarladı. Bayan E.’nin video ile ifade almaya ilişkin teknik araçları tanıyıp tanımadığına dair bir sorgulama yapmamıştı. Avukat Sturm’un Bayan E.’nin davanın amacına ilişkin bilgisi olup omadığına dair sorusunu Stadtland cevaplayamadı. Açık ve net olanın ise, Bayan E.’nin yeğeniyle Münih’e doğru bir seyahat hakkında konuştuğunu, konunun Frühlingsstraße’yle ilintili olduğunu bildiğini belirtti. Avukat Sturm, Stadtland’ın hissedilir korkuyu nasıl tespit ettiğini sordu. Bunun üzerine Stadtland, kadının daha az konuşmaya başladığını ve sessizleştiğini belirtti. Olaya ilişkin konuşmak istemediğinin açıkça belli olduğunu ekledi. Avukat Sturm, korkunun Münih’e seyahatle mi yoksa davanın konusuyla mı bağlantısı olduğunu sordu. Stadtland, ikisi arasındaki ayrımın kolayca yapılamayacağını söyledi. Avukat Sturm’un sorusu üzerine Stadtland, yeğeninin Bayan E.’den daha fazla bilgi verdiğini, Bayan E.’nin sessiz olduğunu, kısa cümleler kurduğunu ve bir yerden sonra hiç konuşmadığını belirtti. Ama bu noktada dahi kendisine başka bir konuda soru sorulabilmekteydi. Avukat Sturm, Stadtland’a, Bayan E.’nin gerçekleşen olay hasebiyle ne derecede bir travma içinde olduğu konusunda bilgi verip veremeyeceğini sordu. Stadtland, bu konuya dair bir teşhisinin olmadığını söyledi. Sturm’un sorusu üzerine, kendisinin de kadının yeğeni gibi Bayan E.’nin birkaç santim ötesinde oturmuş olduğunu ve sürekli olarak kendisiyle göz teması halinde bulunduğunu belirtti. Sonrasında olası bir naklin rizikolarından bahsetti. Avukat Stahl, yolculuğun bir sıkıntı olduğunu ama sorgulanabilirik ve ifade verebilirlik durumlarında herhangi bir sorun olmadığını söyledi. Stadtland bunu doğruladı. Bunun üzerine Stahl, görevli bir hakim aracılığıyla gerçekleşecek sorgunun neden video ile ifade almak kadar iyi olamayacağını sordu. Stadtland, böyle söylemediğini, hangi sorgulama yönteminin seçileceğine mahkemenin karar vereceğini belirtti. Avukat Stahl bunun üzerine iki yöntem arasında ciddi farklılıklar olup olmadığını ve büyük komplikasyonlar oluşup oluşmayacağını sordu. Stadtland, vekaleten gerçekleşecek bir sorgulamada da birtakım baskı unsurları gördüğünü ama kesinlikle nakildeki kadar olmadığını belirtti. Götzl, Avukat Schön’ün bilirkişinin tahminine yönelik bir başka sorusu üzerine mahkemenin karar mekanizması olduğunun ve bilirkişinin sadece danışmanlık görevinin bulunduğunun altını çizdi.

Öğle arasından sonra saat 14.25’te Emniyet Müdürü Menzel’in sorgusuyla duruşmaya devam edildi. Götzl, karavanın içinde iki ölünün bulunduğuna dair haberin ne zaman yayıldığı sorusuyla başladı. Menzel’e göre, saat 12.31’de “Wichmann TV”den bir ekiple diyaloğa girilmişti. İlk basın açıklaması da saat 12.55’te gerçekleşmişti. Bu açıklamada, iki faili bulunan silahlı bir soygundan bahsedilmişti. Saat 14.18’de ek olarak, ilk defa karavanda bulunmuş kimliği belirlenemeyen iki ölüden bahsedilen bir başka açıklama yayılmıştı. Gotha polisininin yazılı onayı saat 14.18’de gelmişti.

Müdahil davacı vekili Avukat von der Behrens, Mundlos’un kimliğinin belirlenmesine ilişkin bir soru sordu. Menzel öğleden önce vermiş olduğu ifadeyi işaret etti. O gece Mundlos, veri bankasında 2005 senesinde verilen kayıp ilanı üzerine toplanmış parmak izleri aracılığıyla tespit edilmişti. Soru üzerine Menzel, gece boyunca sürekli telefonla görüşmeler yaptığını ve 3.15’te kimsenin kendisini bir kez daha arayarak rahatsız etmek istemediğini söyledi. Von der Behrens saat 3.15’ten önce Mundlos’un kimliğinin açığa çıkıp çıkmadığını sordu. Menzel: “Kimliğini belirleyenler benden daha önce kim olduğunu biliyorlardı.” Von der Behrens otopsinin 11.30’da olduğunu söyledi. Menzel buna, önceliğin kimlik belirleme olduğu ve bunun da otopsi çerçevesinde gerçekleştiği şeklinde karşılık verdi. Von der Behrens resmi olmasa da Mundlos’un kimliğine ilişkin kesin karardan önce herhangi bir saptama olup olmadığını sordu. Menzel buna olumsuz cevap verdi. Ne kendisi ne de başkaları tarafından böyle bir saptamada bulunulmamıştı. Von der Behrens Thüringer Anayasayı Koruma Dairesi eski çalışanı Norbert Wießner’nın parlamentodaki 56. NSU Araştırma Komisyonu toplantısında, kendisinin 4 Kasım 2011 tarihinde Menzel tarafından arandığını, Menzel’in ölülerin Mundlos ve Böhnhardt olduğunu kendisine ilettiğini söylediği ifadesine işaret etti. Menzel bu ifadeyi bildiğini ve eğer izin verilirse yorum da yapmak istemediğini söyledi. Kendisi daha sonra başka tedbirler almıştı.

Cuma öğleden sonra, konuyla ilgili tarafların birçoğunun fikri, banka soygunuyla olayın bağlantısı olduğuna yönelmişti; ama ne kişilere ne de kimliklerine dair bir bilgi elde bulunmamaktaydı. Von der Behrens, Wießner’nın bunu hayatı boyunca unutamayacağını, kendisinin emekli olduğunu, 4 Kasım günü Mundlos ve Böhnhardt’ın bulunduklarını söylediğini hatırlattı. Menzel, bunu dikkate alacağını söyledi. Von der Behrens, Menzel’in Wießner ile ne zaman diyaloğa geçtiğini sordu. Menzel, kimliğin belirlenmesinin karavanda gerçekleşmediğini, ayrıca resimli dökümanların da kimlik belirlemede bir işe yaramadığını belirtti. Saat 16.00’da polis memuru Kieserwetter’nın silahı tespit edilmiş ve bu yüzden kişilerin kimliğine ilişkin hummalı bir çalışma başlamıştı. Jena Kriminal Polis Müfettişliği kayıp aranıyor dosyasını bulmakla görevlendirilmiş ve bu dosya da ceset ile birlikte adli tıbba yönlendirilmişti. Mundlos’un kimliği cumartesi sabahı tespit edilmiş ve bunun akabinde ikinci cesedin kime ait olduğu bulunmaya çalışılmış, bu tespit de vücuttaki bir dövme sebebiyle gerçekleşmişti. Takip komandosuna 9.30’da haber verilmişti. Menzel’in söylediğine göre takipçi ve kriminal başkomiser Wunderlich, Zschäpe’yi tanıyorlardı ve karşılaşıldığında kimliğini tespit edebilmişlerdi. Wunderlich kendisine Wießner’nın 1998/1999 yıllarından konuya hakim olduğunu ve kendisinin daha önceleri Anayasa Koruma Dairesi Muhbir İdareciliği’ni yaptığını söylediğini belirtti. O yüzden Menzel, kendisini “5 Kasım günü öğle yemeğinden çok sonra” aramaya karar vermişti. Wießner’ya, Zschäpe’nin o anda bulunabileceği yerlere dair bilgisi olup olmadığını sormuştu. Wießner, Chemnitz ve civarından bahsetmişti. Bunun ötesinde konuşulanların hiçbir bilgi değeri yoktu. Von der Behrens, Wießner’nın Menzel’a Wohlleben’in yanına bakmasını telkin ettiğini belirttiğini söyledi; bunun üzerine Menzel, Wießner’nın böyle bir şey söylemediğini, ismin sonradan ortaya çıktığını söyledi. Sonraki soru üzerine Menzel, bu ismin 5 Kasım günü 14.10’da Holger G.’nin sorgusunda Wohlmann’ın görüşülecek şahıs olabileceğinin ortaya çıktığını söyledi. Von der Behrens, Menzel’in Wießner’ya bu konuda soru yöneltip yöneltmediğini sordu. Menzel, içeriğin tam olarak aklında olmadığını fakat Wohlleben, André K. gibi isimlerin hep “çevre” olduğuna Wießner’nın “genel olarak” değindiğini söyledi. Jürgen Dressler’yı (LKA Thüringen takipçisi) tanıdığını ve fakat onun olaydan ne zaman haberi olduğunu bilmediğini söyledi. Von der Behrens, Dressler’nın ifadelerinden birinde, 4 Kasım akşamı Gotha Emniyet Müdürlüğü’nden bir meslektaşıyla kişisel bir konuşma gerçekleştirdiklerini ve bu konuşmada Mundlos ya da Böhnhardt’ın karavandaki durumundan haberdar olduğunu söylediği noktaya değindi. Bundan haberi olmadığını belirten Menzel, eğer kendisi sabah saat dokuzda konuya dair bilgi aldıysa, başka birinin daha erken haberinin olmasının mümkün olmadığını söyledi. Mundlos ve Böhnhardt isimleri 4 Kasım günü ortaya çıkmamışlardı, “nokta.” Von der Behrens, eyalet anayasayı koruma dairesiyle ilk resmi ilişkinin ne zaman kurulduğuna dair Menzel’den bilgi istedi. Menzel, Wießner’nın adının kendisine eyalet anayasayı koruma dairesinden değil, LKA‚dan verildiğini belitti. Orada Wießner, gizli hizmet vermekteydi diye biliyordu. Emekliliğine dairse bildiği bir şey yoktu; onunla kontağa geçmesinin sebebi de Wunderlich’in kendisine, ondan bilgi alabileceğini söylemesiydi. Görüşmenin de bilgi almak dışında başka bir amacı olmamıştı. LfV ile hiçbir şekilde bağlantı kurmamıştı: “Hiç!” Pazartesi sabahına kadar sınırlı sayıda bilgi dışarıya aktarılmıştı. Von der Behrens bunun özel bir sebebi olup olmadığını sordu. Menzel, özel bir sebep bulunmadığını, ne LKA‚yı ne de LfV‚yi bilgilendirdiğini söyledi. Zaten LfV‚yi bilgilendirmesine gerek de yoktu: “Neden? Neden?” Wießner’yı araya sokmasının sebebi bilgiye ihtiyacı olmasıydı: “Şeytanı bile arardım o an.” Von der Behrens’in LKA’nın Devlet Güvenliği Birimi’ne haber verip vermediği sorusuna, “Nasıl bir bahanem olabilirdi ki, onları durumdan haberdar edeyim.” şeklinde karşılık verdi. Eğer bilmiş olsaydı, devlet güvenliği birimini cuma gününden arayacağını söyledi. Von der Behrens düzelterek 5 Kasım gününden bahsettiğini, neden devlet güvenliği biriminin ya da LfV’nin haberdar edilmediğini, sadece ve gayri resmi şekilde neden Wießner ile ilişki kurulduğunu sordu. Menzel, kendi emniyet müdürlüğü Gotha’da bir devlet güvenliği birimi olduğunu ve onların cumartesi günü konuya dahil edildiklerini söyledi. Birimdeki kişinin LKA‚daki diğer birimdeki kişilerle ilişkiye geçip geçmediğini bilmediğini; kendisinin emri altındaki devlet güvenliği birimiyle ilişkide bulunduğunu ve LfV‚ye ileriki günler de dahil olmak üzere haber vermediğini belirtti.

Von der Behrens, Zwickau’daki patlamaya işaret eden memurun adını sordu. Menzel hatrında kaldığınca kişinin Le. olduğunu; ama kendisiyle kişisel olarak görüşmediğini söyledi. Von der Behrens, Zschäpe’nin Frühlingsstraße’deki evinin açığa çıkmasının ardından Zschäpe’nin bulunmasına yönelik neler yapıldığını sordu. Menzel, takibe yönelik somut tedbirler alındığını söyledi. Birçok çıkış noktası bulunmuştu. Eski davadan ileri gelen iletişim adresleri mevcuttu ve yeni çıkış noktaları da oluşmuştu. Karavandan, birtakım kişilere ve adreslere dair bilgiler çıkmıştı. Bunları takipten sorumlu kişiler incelemişlerdi. Von der Behrens, Zschäpe tarafından kullanılması ihtimali bulunan herhangi bir telefon numarasına ulaşmak için çaba gösterilip gösterilmediğini sordu. Menzel, nafile bir çabayla sürekli telefon numarası öğrenmeye çalıştığını söyledi. Saksonyalı meslektaşlarına fikir danışıp danışmadığı sorusuna Menzel, özel komisyonun yöneticisi olduğunu, emrinde 50 kişinin çalıştığını söyledi. Numara yüksek ihtimalle önemli bir rol oynayabilirdi; ama bu ne zaman olmuştu, hatırlayamıyordu. Sadece bir numara olmadığını hatırlayabiliyordu. Saksonya LKA’sıyla iletişime geçilmişti. Meslektaşları Zwickau’ya karavan yüzünden gitmişlerdi ve takip de bazı numaraların bulunmasına sebep olmuştu. Yalnız bu tam olarak ne vakit olmuştu, bilemiyordu. Emin olarak bildiği şey ise Zschäpe’nin hakkındaki takip kararının 5 Kasım günü öğleden önce verildiğiydi. Von der Behrens, bunun dosyalara geçip geçmediğini sordu. Menzel bunu onayladı ve bunun üzerine, von der Behrens dosyalarda bunun yer almadığı itirazında bulundu. Menzel, ciddi bir hastalık yüzünden davaya sonuna kadar bakamadığını, yalnız prensip olarak nelerin yapıldığına ilişkin bir protokol olduğunu söyledi. Von der Behrens bir soru sormaya başladı, fakat Götzl onu böldü. Von der Behrens bunun üzerine 4 Kasım günü Zschäpe’nin telefonundan birtakım aramaların gerçekleştiğini söyledi. Kimin, ne zaman Zschäpe’nin telefonuna ulaştığını merak ettiğini ekledi. Götzl, avukatın takip adımların ayrıntılarını sorguladığı hissine kapıldığını belirtti. Von der Behrens, Menzel’in takipçi Wunderlich’i Zschäpe’nin kimliğini belirlemek üzere 8 Kasım günü mü görevlendirdiğini sordu ve olumlu yanıt aldı. Hakim Götzl, bu noktanın dava ve suçlama için öneminin ne olduğunu sordu. Von der Behrens, bugüne kadar Zschäpe’nin hiçbir ifade vermediğini ve hala daha kimliğinin belirlenmediğini söyledi. Götzl konunun önemine dair sorduğu soruyu tekrarladı. Von der Behrens, mevzunun Zschäpe’nin kimliğini belirlemeye ilişkin olduğunu söyledi. Menzel, Wunderlich’i Jena’ya Zschäpe’nin kimliğini belirlemek üzere yolladığını söyledi. Wunderlich de bunu yapmıştı. Von der Behrens Menzel’den, Wunderlich’in Zschäpe’yi sorgulamasını yasaklayıp yasaklamadığını öğrenmek istedi. Menzel, Wunderlich’in görevinin kimlik tespiti olduğunu, bunun ötesinde sorgulamayı yasaklayıp yasaklamadığını hatırlayamadığını söyledi. Von der Behrens, Wunderlich’in ifadesinde, Menzel’in kendisine sorgulamayı yasakladığını söylediğine ve eğer Zschäpe’ye olaya yakın bir zamanda sorgu yapılabilse bir şeyler söylemiş olabileceği hissine sahip olduğunu eklediğine dikkat çekti. Menzel bu noktaya dair bir şey hatırlamadığını söyledi. İfade alma ve sorgunun iki farklı şey olduğunu ekledi. Von der Behrens, onun sözünü kesti ve daha fazla sorusu olmadığını belirtti. Bunun üzerine Götzl, Menzel’e eklemek istediği bir şey olup olmadığını sordu. Menzel: “Hayır, burada elimden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyorum.”

Müdahil davacı vekili Avukat Pınar, açıklamaların 4 Kasım günü hangi şekilde yapıldığını sordu. Menzel, basın açıklamalarının 12.55 ve 14.18 saatlerinde bilinen büyük basın dağıtım ağları üzerinden gönderildiğini söyledi. Web sitesinde konuya ilişkin bilgi hemen yayınlanmamış, yüksek ihtimalle biraz daha geç bir vakitte konulmuştu. Avukat Narin, Menzel’e 4 Kasım tarihinden önce üçlüyle mesleki olarak hiç ilintisi olmadığını ve EG TEX’in (Terörizm/Aşırıcılık Tahkikat Grubu) de bünyesinde hiç çalışmadığını söylediğini belirterek, Thüringer’deki araştırma komisyonunun vermiş olduğu ifadeye göre, Menzel’in EG TEX mensupluğu yapmış olduğunu söyledi. Menzel, hiçbir zaman bu grubun üyesi olmadığını belirtti. Yıllarca yönetici pozisyonda birçok suç masasında çalışmış ve sonra İçişleri Bakanlığı’nda Suç ve Suçlularla Mücadele Şubesi’nin başkanlığını yapmıştı. EG TEX’in ne yaptığını biliyordu ve hiçbir zaman da üyesi falan olmamıştı, ayrıca çalışmalarının sonuçlarını da savunmamıştı. Menzel’in başka herhangi bir istihbarat birimini konuya ilişkin bilgilendirip bilgilendirmediği sorusuna yanıtı, bilgiyi olabildiğince az yere ilettiği yönünde oldu. Bu da birçok kişiyi pek memnun etmemişti. Kendisinin üstündeki masalar da minimum şekilde bilgilendirilmişlerdi. Takipteki ileri noktayı kaybetmemek için hızlı ve hayli konsantre bir şekilde soruşturmaların devam etmesi gerekmişti. Kendisi makamlara haber vermemişti. Yüksek ihtimalle 7 Kasım günü bu içişleri bakanlığında tematize edilmişti; o masada eyalet anayasa koruma dairesi de oturmaktaydı; ama kendisi bu makamla iletişime geçmemişti. Avukat Narin 4 Kasım günü herhangi bir şekilde tahmin ya da ipucu olup olmadığını sordu ve Menzel bunu olumsuzladı.

Avukat Narin, Menzel’e olay yerine ne zaman intikal ettiğini sordu. Avukat Stahl, bu soruya itiraz etti. Soruşturmada olmuş olabilecek hataların konuyla ilintisi yoktu. Avukat Narin, konunun diğer tanıklarla ilişkili olduğunu söyledi ve soruyu değiştirdi; Menzel olay yerine geldiğinde ortada başka kişilerin olup olmadığını bilmek istediğini söyledi. Menzel, karavanın saat 12.05’te bulunduğunu ve kendisinin de olay yerine 12.30’da intikal ettiğini söyledi. O esnada civarda kurtarma ekipleri ve sivil güçler bulunmaktaydı. Menzel hemen karavana girmemişti, öncelikle sorumlu polis amirinden durumun bir özetini almıştı. O ana kadar bir ceset görülmüştü ve karavanda halihazırda yanan bir şeyler ya da patlayıcı madde olabileceği sanısı hakimdi, bu yüzden de karavandan biraz uzak durulmuştu. Sonrasında yangının sebebine, içeride kaç kişi olduğuna, ortada soygunla bir ilişki bulunup bulunmadığına, içeridekilerin nasıl öldüğüne ve içeride yaşayan biri olup olmadığına dair soruların açıklığa kavuşturulması gerekmekteydi. Olay yerindeki ilk meslektaşları koruyucu polis memurlarıydılar ve o yüzden kendisinin yardımda bulunmayı teklif ettiğini söyledi. Götzl: “Böyle söylemek doğru olursa, Bay Menzel Eisenach’ta şefti yani.” Avukat Narin, Menzel’in karavana girerken Weißner’dan yüksek sesle bahsedip bahsetmediğini bilmek istedi. Menzel, aklında kaldığınca böyle bir şey olmadığını söyledi. Avukat Narin, Wießner ile ciddi bir tartışma yaşanıp yaşanmadığını sordu. Götzl, soruların daha açık sorulmasını istedi. Narin, hafıza tazelemeye çalıştığını belirtti. Götzl, sorunun konuyla ilişkisini sordu. Avukat Narin, belki de suçluların bahsedilenden daha erken bir zamanda kimliklerinin tespit edildiğini ve fakat tanığın bunu hatırlamamakta ısrar ettiğini söyledi. Başsavcı Weingarten ortaya “ısrar etmek” fiilinin kullanılmasının terbiyesizlik olduğunu attı. Avukat Narin özür diledi. Menzel, ifadesini tekrar etti, 4 Kasım günü Wießner’yı ne aramıştı ne de onunla iletişim kurmuştu ama 5 Kasım günü kendisiyle görüşmüştü. 4 Kasım’da kafasında başka şeyler vardı. Eğer zaten görüşmüş olsaydı, o gün başka tedbirler alırdı. Menzel: “Karavandaki kişilerin durumlarını siz de biliyorsunuz. Böhnhardt’ı tanıyan olsaydı bile cesedi tanınamaz haldeydi.”

Avukat Narin, Menzel’in bahsettiği Thüringen’deki bir dizi banka soygunununa dair ayrıntı istedi. Menzel, kendisine daha önce verilen Özel Kurucu Organizasyon’un (BAO) tamamen tesadüfen “üçlü” olarak adlandırıldığını söyledi. Avukat Narin’in sorusu üzerine Menzel, olay yeri incelemelerindeki suçlu prensibini açıkladı. Hangi izin öncelik sahibi olacağı, hangisinin daha sonra dikkate alınacağının bir taktik meselesi olduğunu belirtti. Öncelikle olay yeri prensibini emretmişti. Olay yerindeki izler bu şekilde fotoğraflarla korumaya alınmıştı. Karavan, olay yeri çalışmasının düzgün ilerleyebilmesi için, izlere olabildiğince az zarar verilecek şekilde olay yerinden uzaklaştırılmıştı. Prensibin değiştirilmesinin kaybolan izlerle hiçbir ilişkisi yoktu, buradaki mevzu izlerdeki önceliklere dairdi. Prensibin değiştirilmesi de Kieserwetter’nın silahının bulunmasının ardından gerçekleşmişti. Avukat Narin, “Capron” özel komisyonu bünyesinde üçüncü bir mermiden bahsedilip bahsedilmediğini sordu. Menzel, Narin’e kastettiğinin belki de “Hülse” özel komisyonu olduğunu ve böyle bir tartışmanın meydana gelmediğini söyledi.

Avukat Kuhn, Mundlos’un aranmasındaki (kayıp ilanı sebebiyle) gidiş yönteminin somut noktalarını sordu. Uzunca bir aradan sonra Menzel, bir dolu nokta olduğunu, bunların içerisinde iki şahsın ortaya çıkış şekilleri ve üç kişi olduklarına dair bilgilerin mevcut olduğunu söyledi. O yüzden en hızlı sürede kimliklerinin nasıl belirlenebileceğine dair tartışmalar yürütülmüştü. Gotha’nın kendine ait dosyaları olmadığından, Jena’daki cinayet masası müfettişliğine ulaşılmıştı. Kuhn, bunun 4 Kasım öğleden sonra olduğunu ekledi ve neden üçüncü bir şahsın varlığından yola çıkıldığını sordu. Menzel, bahsettiklerinin öğleden sonra değil, akşam olduğunu ve üçüncü bir şahsa dair elde bir ipucu bulunmadığını söyledi. Üçüncü bir şahsa ilişkin ifadelerin verilmesi sık karşılaşılan bir durumdu ve fakat bu kanıtlanamadığı sürece bir değer teşkil etmiyordu. Civardaki polis memurlarının ifadeleri ve karavanın konumu göz önüne alındığında, üçüncü bir kişinin varlığı söz konusu olmuyordu. Avukat Kuhn, olaya dair başka dosyaların yardımına başvurulup başvurulmadığını sordu. Menzel, Mundlos’a ait parmak izleri olduğunu söyledi. İkinci kişinin Böhnhardt olduğu üzerinde durulmuştu. Bu kanıya da dövmesinden yola çıkarak varılmıştı, ayrıca ailesinden alınan DNA ile kimliği tespit edilmişti. Avukat Kuhn, Menzel’in Mundlos’a ait kayıp aranıyor dosyasını olaya akşam müdahil ettiğini anladığını söyleyerek Menzel’i kesti. Sorusunu cesedin özelliklerine ilişkin başka bilgi kaynakları olup olmadığı şeklinde düzelterek sordu. Menzel, kayıp dosyasını görmediğini, belki içinde birtakım fotoğraflar olduğunu, bunun dışında başka dosyanın kullanılmadığını söyledi.

Avukat Kuhn, Menzel’e cesetlerin bulunuş şeklinin ve olası üçüncü bir şahsın Mundlos’u işaret etmemesine rağmen, kendisinin nasıl olup da Mundlos’un kayıp aranıyor dosyasına ulaşmayı akıl ettiğini sordu. Bir ara düşünen Menzel sonrasında, olay yeri özel komisyonundaki ilerlemenin, karavanı kiralayan kişi Holger G.’nin sağ çevrelerde bilinmesi, hakkındaki veriler ve Thüringenli olması gibi birçok bilginin bir araya getirilerek gerçekleştiğini, ayrıca cesetler ve görev silahının bulunuşunun da birer rol oynadığını söyledi. Tüm bu bilgiler, iki üç saatlik bir beyin fırtınası sonucunda bir araya getirilmişti. Adli tıbbın parmak izi almak gibi bir görevi olmuştu. Bunun akabinde parmak izleri Federal Kriminal Dairesi’nin (BKA) veri bankasında araştırılırdı. Bu noktada da bağlantı oluşmuştu. Menzel: “Eğer zaten müneccim olsaydım, polis memuru olarak maaş almazdım.” Avukat Hoffmann buradaki konunun hataları açığa çıkarmak ya da hafıza testi olmadığını söyledi. Öğrenmek istediğinin ortada üçüncü bir kişi olmadığının nasıl ortaya çıktığı olduğunu belirtti. Menzel, durumun çok karmaşık olduğunu söyledi. Karavan kilitliydi, ki bu üçüncü kişinin kaçtığı ihtimalini kuvvetlendirmiyordu. Normalde kullanılan silah kaçış esnasında atılırdı ve fakat her yer titizlikle incelenmişti. Civarda oturanlar ve araba sahipleri sorgulanmıştı, sonuçta “polis memurlarının ifadelerinin üstünlüğü” prensibi de mevcuttu. Cesetlerin bulunuş halleri, silahların dizilişi kişilerin kendilerini vurduklarına delalet etmişti. Karavana girdiğindeki ilk düşüncesi bu olmuştu ve hemen konuya ilişkin uzman yardımına başvurmuştu. Tartışma konularından biri, uzman dilinde “durum hatası” olarak bilinen, durumun açıklığa kavuşmasına engel teşkil eden hataları anlatan hadiselerin gelişip gelişmediği yönünde olmuştu. Menzel’e göre, karavanın içine girmek hiç kolay olmamıştı. Tavanın bir kısmı içeriye düşmüştü, yerler yangın söndürme suyuyla doluydu. Kendisine durabileceği bir alan yaratması gerekmişti. Yangının eritmiş olduğu şeylerin biçimini bozmamak için araba minderlerinden birini alıp sermişti. Silahlara yönelik hiçbir güvenlik tedbirinde bulunmamıştı; çünkü silahların ne biçimi ne de yeri değiştirilmişti. Silahları ilk olarak kimin güvenlik altına aldığını ise detaylı olarak söyleyebilecek durumda değildi ama bu olay yeri çalışması yürütenlerin görev kapsamındaydı. Karavan bütün olarak kaldırılıp başka bir yere götürülmüş ve sonrasında da olay yeri çalışması gerçekleştirilmişti. Hoffmann, Menzel’in o hafta sonu soygun serisi yüzünden emrinde daha fazla memur bulundurup bulundurmadığını sordu. Menzel, görevli memurların hizmet plan çizelgesinde yer aldıklarını söyledi. Yerel olarak başka bir konsept bulunmamaktaydı, herhangi bir soygun ihtimaline karşı görevde tutulmuşlardı.

Wohlleben’in avukatı Klemke, üçüncü bir kişiye yönelik gerçekleşen ifadeleri sordu. Menzel, sorgunun ilerleyişini şöyle açıkladı: Görgü tanığının ifadesi alınıyordu ve sonra da eğer olay yerinde bir devriye mevcutsa polis memurlarına soruluyordu. Araştırmaları ileri bir noktaya götüremeyen bir sürü bilgi ortaya çıkmıştı. Bir görgü tanığı olay esnasında değil de, olaydan önce biri kadın üç kişi gördüğünü söylemişti. Polis memurlarıysa sabit bir yerdeydiler ve bulundukları yerden her şeyi açıklıkla görebiliyorlardı. Bu yüzden söylenenin gerçek olma ihtimali çok düşüktü. Klemke’nin üçüncü bir şahıstan bahseden kaç görgü tanığı olduğuna dair sorusuna Menzel, bir hikayenin daha olduğu karşılığını verdi. Bir görgü tanığı otoban bağlantı noktasında bir otostopçunun beklediğini söylemişti. Bu bilgi helikopterle bile kontrol edilmiş ve fakat kanıtlanamamıştı. Sorgulama sonra yapılmıştı, o yüzden sonucu bilmiyordu.

Avukat Klemke, ölen kişilerin karavanda olduklarının ne zaman tespit edildiğini bilmek istedi. Olay yerine vardığında, polis amirinden itfaiyenin içeriye baktığı bilgisini aldığını söyledi. Yangın 12.06’da ihbar edilmiş, söndürme işlemi de 12.20’de gerçekleştirilmişti. Yani 12.20 ile 12.40 arasında bir zamanda kimlik tespiti gerçekleşmiş olmalıydı. İtfaiye, yangını içeriden de söndürebilmek için içeriye girdiklerini söylemişti. Bir kişinin ölü olduğu tespit edilmişti, ikinciden ise tam emin değillerdi. Avukat Klemke’nin sorusu üzerine Menzel, adli tıbbı, olay yerine intikalinden biraz sonra yani 13.00 sularında çağırdığını söyledi. Bu zaten standart bir adli tedbirdi. Adli tıp, karavanın götürülmesinden önce olay yerine varmıştı ama tam olarak saat kaçta vardıklarını bilemiyordu, 14.00 civarı olmalıydı. Klemke, Kriminal Başkomiser Lo.’nun 13.12’de olay yerine vardığına ilişkin ifadesini hatırlattı. Menzel, bunun böyle olabileceğini söyledi. Avukat Klemke’nin sorusu üzerine Menzel, “Wichmann TV” ve basının kayıt yaptıklarını ve polisin çevirdiği alanın içinde de kimlerin bulunduğunun da kayıtlarda yer aldığını belirtti. O kısma kendisinin bilgisi haricinde kimsenin girmesi mümkün değildi. Menzel, bu konudaki tahmininin bahsedilen kısmın içiyle sınırlı olduğunu onayladı.

Ralf Wohlleben’in avukatı Schneiders, neden Jena’daki adli tıbbın çağrıldığını sordu. Menzel, merkezileştirmeden bu yana Jena’daki adli tıbbın Thüringen’deki tek sorumlu adli tıp olduğunu söyledi. Avukat Schneiders, Wießner’nın parlamentodaki araştırma komisyonundaki ifadesinde Menzel’in kendisine, eğer şimdi Wießner bir şey söylemezse LfV‚ya gidip oradaki dosyalara el koyacağını söylediğini belirtti ve Menzel’den bunun doğru olup olmadığını öğrenmek istedi. Menzel bunu olumsuzladı. Kendisi, 5 Kasım günü Wießner ile, Böhnhardt, Mundlos ve Zschäpe’nin yerine dair bir bilgi verip veremeyeceği konusunda görüştüklerini ve hatrında dosyalara el koymanın o gün için herhangi bir rol oynayıp oynamayacağının kalmadığını söyledi. Bunu kendisi için açıklayamadığını ve zaten LfV’nin de üçlünün nerede olduğunu bildiğinden yola çıkmadığını söyledi. Avukat Schneiders, Wießner’nın vermiş olduğu ifadesinde Gotha emniyet müdürünün LfV’nin tüm yıllar içinde üçlünün nerede olduğundan yüzde yüz emin olduğunu kendisine söylediğini belirtti. Menzel, bahsedilen şahsın kendisi olmadığını söyledi.

Müdahil davacı vekili Stolle’nin sorusu üzerine Menzel, 4 Kasım günü 17.00 sularında Bad Nenndorf polisi ile Holger G.’nin ev adresinin kontrol edilmesi için iletişime geçilmesi emrini verdiğini, 19.00 civarında G.’nin orada yaşadığına dair bilginin ulaştığını ve kendisinin sağ eğilimleri olduğuna dair bilgilerin mevcudiyetini, ayrıca Thüringen’de doğmuş olmasının da bir bağlantı olduğunu  söyledi. Sağ eğilimlilere bakmak için özel bir görevlendirme olmamıştı. Kimlik tespiti sırasında tüm bilgiler verilirdi. Thüringen’de de her şey tekrar sorgulanmıştı.

Stolle, Menzel’in Mundlos’un kimliğinin 5 Kasım 3.15’te BKA‚daki kayıtlı parmak izleri sayesinde tespit edildiği ifadesinde bulunduğunu, açık olmayan noktanınsa, neden 4 Kasım günü kayıp aranıyor dosyasının gerekli kurumdan istenmesi olduğunu belirtti. Götzl, bu sorunun cevaplandığını belirtti. Avukat Stolle itiraz etti ve burada ifadelerin çelişik olduğunu vurguladı. Menzel ise, parmak izleri karşılaştırması sonucunda cesedin Mundlos’a ait olduğunu belirlediklerini ve ondan sonra dosyayı aldıklarını söyledi. Öncelikle parmak izleri karşılaştırılmış, sonra dosya gelmişti, tam tersi değildi. O ana kadar cesedin kim olduğunu bilmiyordu. Avukat Klemke, adli tıbbın henüz olay yerindeyken Menzel’e yardımcı olup olamadığını sordu. Menzel, cesetler üzerindeki yaraların çok büyük olduğunu ve o yüzden kısa namlulu bir silahla bu yaraların açılamayacağını söyledi. Böhnhardt’ın yüz çevresi tamamen harap olmuştu. Civarda uzun namlulu bir silah durmaktaydı. Mundlos’ta da durum farklı değildi. Bu ilk görüşte fark edilebiliyordu ve fakat ikinci bir fikir almak istemişti. Avukat Klemke karavandaki diğer hasarları sordu. Menzel, tavanın neredeyse tamamen yanmış alüminyum bir kaplama olduğunu söyledi. Dış taraftaki camlar zarar görmüşlerdi. Soldaki cam sıcaktan patlamıştı, sağdaki cam da itfaiye tarafından kırılmıştı. İtfaiye kapıyı açamadığı için, camdan içeriye doğru yangın söndürme çalışmalarını gerçekleştirmişti. Avukat Narin’in sorusu üzerine Menzel, Mundlos’un vücudunda silahın dışında bir şeyle oluşmuş herhangi başka bir yaralanma tespit etmediğini söyledi. Adli tıp da şöyle üç tespitte bulunmuştu: Yaralanmalar Winchester’a (silah) uyuyorlardı, karşı koyma olmamıştı ve intihar yoluyla ölüm söz konusuydu. Sonrasında tekrar bir otopsi yapılıp yapılmadığını bilmiyordu, kendisi cesetlerin dondurulmasını emretmişti.

Sorgulama 16.14’te bitti.

Aradan sonra 16.38’de Ba.’nın ifadesiyle duruşma devam etti (36. duruşma gününde sorgusu yarım kalmıştı). Avukat Scharmer tanık Dz.’nin (bkz: 51. duruşma günü) Ba.’ya karşı junkie’ler (uyuşturucu bağımlısı anlamındaki kalıplaşmış söz) ya da naziler deyip demediğini sordu. Ba. onayladı. Bundan sonra  Ahmed So. adındaki tanığın vermiş olduğu ipucunun değerlendirilmesi konu edildi. Ba., bahsi geçen tanığın dinlendiğine dair başta bir şey hatırlamadı. Avukat Scharmer, bahsi geçen şahsın Türk bir polis olduğunu ve sınırdışı hapsinde bulunduğunu ekledi. Kendisi, elektronik postayla, daha önceki sorguda faillerin Türk değil; Türk düşmanı, sağ görüşlü Almanlar olduklarını, Türklerin böyle bir şey yapmayacağını söylediğini belirttiğine vurgu yaptı. Bunun devamında So. ifadesinde, bir önceki cinayette olduğu gibi 21 yaşındaki bir genci Türkiyeli çevrelerin ve mafyanın öldürmeyeceğini de söylemişti. Ayrıca So. bir susturucudan bahsetmiş ve silahın plastik bir torbanın içine sarılı olabileceğine dikkati çekmişti. Susturucuya rağmen silah yine de patlama sesi çıkaracaktı ve o yüzden belki de özel mermi kullanılmıştı. Ek olarak, robot resimlerin Köln’deki olaylara ait robot resimlerden biriyle eşleştiğini de belirtmek istemişti. Avukat Scharmer, tüm bu olanların 2006 senesinin Nisan ayında olduğunu sözlerine ekledi. Ba., Büren’deki sınırdışı hapsinde tutulan birini sorguladıklarını; ama içeriğe dair bir şey hatırlamadığını söyledi. Scharmer, soruşturmaların bu yöne kanalize edilip edilmediklerini sordu; bunun üzerine Ba., sadece kısa bir süre için cinayet masasında çalıştığını ve kendisinin “daha önemli bir cinayet” üzerinde çalışması gerektiğinden tüm ipuçlarını sonuna kadar araştırmadığını belirtti. Avukat Stolle, Bavyera’da gerçekleşen 2. operatif dava analizini sordu. Ba. konuyu incelemediğini söyledi. Avukat Sidiropoulos, tanık Dz.’nin erkek failleri nasıl tasvirlediğini sordu. Ba., Dz.’nin junkie ya da nazi gibi göründüklerini, yüzlerinde de öfkeli bir ifade olduğunu belirttiğini söyledi. Kadın, adamların açık renk kıyafetler giymiş olduklarından ve açık renk saçlarından bahsetmişti. Sidiropoulos bunun üzerine bahsi geçen tasvirin “fotoğraf seçimi” esnasında da bir rol oynayıp oynamadığını sordu. Ba.: “Tabii ki.” Sorgulama 16.49’da sona erdi.

Tanık Sch.’nin dinlenmesine geçildi (bkz: 36. duruşma günü). Müdahil davacı vekili Ilius, Sch.’nin daha önce cinayet masası başkanı olduğu bilgisini mahkemeye sunduğunu söyledi ve bunun üzerine orada devlet güvenliği memurlarının da işin içine katılıp katılmadıklarını sordu. Sch. bunu onlayladı ve fakat devlet güvenliği memuru kimlikleriyle orada bulunmadıklarını söyledi. Ilius, BAO “Bosporus”tan kimlerin Dortmund’a geldiklerini sordu. Sch. Mi. ismini söyledi fakat bunun haricinde isim sayamayacağını belirtti. Ilius, BAO’nun Dz.’nin o gün için yapmış olduğu gözlemlerden haberdar olup olmadığını sordu. Sch., ilk etapta haberlerinin olmadığını fakat sonradan haberleri olduğunu söyledi. Avukat Ilius konuyu irdeledi, Sch. Mehmet Kubaşık’ın tamamen beyaz bir ceketinin olduğunu söylemiş bulunduğunu; bunun da örgüt teorisiyle çelişki oluşturduğunu belirtti. Avukat Ilius, Sch.’nın nasıl bu fikre kapıldığını sordu. Sch. bunu artık hatırlamadığını söyledi. Elif Kubaşık’ın saldırının ırkçı bir arka planla gerçekleşmiş olabileceğini söylediğini ise onayladı. Avukat Ilius, “Westfälische Rundschau” gazetesinin 26 Mart 2007 tarihli bir haberinden alıntı yaptı; bu habere göre, cinayetin sebebi henüz daha aydınlatılmamıştı ve Elif Kubaşık, kendisi için sadece ırkçı bir saldırının düşünülebilir olduğunu söylemekteydi. Sch. tarihe dikkati çekti, olaydan neredeyse bir yıl sonrasına tekabül etmekteydi. Avukat Ilius “Doğru; ama soruşturmalar devam etmekteydi.”

Avukat Stolle, Sch.’nin Dortmund ve Kassel’deki cinayetlerin ardından da yabancı düşmanlığı eksenli “tekil suçlu teorisi” üzerinden de hareket edildiğini söylediğini, bu esnada hangi soruşturma adımlarının atılmış olduğunu sordu. Sch., çabalarının elektronik veri toplama çalışması olduğunu söyledi: Bağlantı verileri, baz istasyonları değerlendirmesi, bankamatik kartlarının kullanımı, radar görüntüleri ve araba kiralamalar. Bu alandaki çifte isabetler aranmışlardı. Avukat Stolle, bunların teoriden bağımsız gerçekleşen soruşturmalar olduğu itirazında bulunarak, olayın ırkçı motiflerle sahaya çıkan bir seri katil olduğunu söyledi. Sch., analizde sadece ırkçı motifler olmadığını, ayrıca Nürnberg ile olası bir bağıntısı olabileceğinin de üzerinde durulduğunu anlattı. Elektronik verilerin değerlendirilmesinin operatif dava analizine ait olduğunu ekledi. Avukat Stolle, sorumlu savcı Artkämpfer’nın soruşturmaya yönelik önerileri olup olmadığını sordu, Sch. bunu olumsuzladı. Stolle, bir “Spiegel” makalesinden alıntı yapmak istedi, Götzl onun sözünü kesti ve sorulacak şeyin “kendisinin dikkatini nelerin çektiği” olmadığını söyleyerek, sorularını reddetmek ile Stolle’yi ihtar etti.

Müdahil davacılarca Sch.’ye junkie tanımının Dz.’nin faillere ilişkin yapmış olduğu tek tanım olup olmadığı sorusu soruldu. Sch., “nazi” benzetmesinin sonraki bir zaman diliminde ortaya çıktığını söyledi. Sch.: “Araya nasıl girdiğini bilmiyorum.” Avukat von der Behrens ısrar etti. Sch., Dz.’nin bir kez daha sorguya çekilmiş olduğunu ve burada “nazi” kelimesinin geçtiğini fakat onun nasıl araya girdiğini bilmediğini söyledi. Von der Behrens, Sch.’ye yazdıklarından şüphe duyup duymadığını sordu. Sch. tanığın yazdığı şekilde konuştuğunu baz aldığının söyledi. Bu kelimeye ırkçı bir motifin göz ardı edilmemesi gerektiği anlamını yüklemişti ama yapılacak başka bir şey yoktu. Von der Behrens, Dortmund’daki soruşturmayı yürütenlerin de Nürnberg’dekiler gibi LfV‚ye sorup sormadıklarını öğrenmek istedi. Sch. bunu olumsuzladı. Von der Behrens bunun sebebini sordu. Sch., Nürnberg bunu yapmış olduğu için sorma ihtiyacı duymadıklarını söyledi. Akabinde von der Behrens, Sch.’ye Nürnberg’deki sorgulamada Dortmund’daki nazilere yönelik bir araştırma gerçekleşip gerçekleşmediğini ve ayrıca kendisinin Dortmund’daki neonazi alemini konuya ilişkin olarak önemseyip önemsemediğini sordu. Sch. her iki soruyu da olumsuz cevapladı. Von der Behrens, ikinci operatif dava analizinin ardından, zamanında hangi soruşturmaların bununla ilişkilendirilebilecek olduğunu sordu. Götzl, bunun bir varsayım olduğunu ileri sürerek reddetti. Bunun üzerine von der Behrens, Sch.’ye Kubaşık cinayetinden önce Dortmund’da neonazilerce işlenmiş dört cinayet daha bulunduğunu, bu cinayetlerde üç polis memurunun neonazi Berger (Haziran 2000) tarafından katledildiğini ve 2005 senesinin Mart ayında punk bir şahsın öldürüldüğünü söyledi. Sch. bunlardan haberi olduğu şeklinde soruyu cevapladı. Dortmund’da “Oidoxie” grubunun çevresinde kendilerine “Combat 18” adını veren ve “öndersiz direniş” propagandası yapılan bir neonazi alemi olduğunu ise bilmediğini söyledi. Von der Behrens, cinayetler yüzünden Dortmund neonazi aleminde Sch.’nin sorgulamada bulup bulunmadığını sordu; Sch. bunu olumsuzladı. Olay yerinin yakınında neonazilerin oturup oturmadığı da taranmamıştı. Götzl, von der Behrens’in bir sorusunu daha reddettikten sonra, von der Behrens bu sefer Sch.’nin Toni Stadler’nın (neonazi ve muhbir) civarda oturduğunu bilip bilmediğini sordu. Sch. bunu ilk olarak 2011 senesinde öğrendiklerini söyledi. Bunun üzerine avukat Sch.’nin Siegfried Borchardt’ın (Siegfried “SS-Siggi” Borchardt, Dortmundlu tanınan neonazi) Malinckrodtsraße’de oturduğunu bilip bilmediğini sordu. Götzl, soruyu reddetti. Avukat von der Behrens’in cinayetin işlendiği zaman zarfında Türkiyeli kişilere yönelik başka saldırıların olup olmadığının araştırmasının yapılıp yapılmadığını sorması üzerine Sch., “Nordstadt’ta birçok küçük işletmenin” ilgili olup olmadıkları açısından incelenmiş olduğunu söyledi. Avukat, Sch.’nin Dortmund’da Türkiye kökenli bir eğitim merkezinin kundakladığını bilip bilmediğini sordu. Götzl soruyu reddetti. Von der Behrens, bahsedilen olay yerinin üçlünün gözetleme notlarında yer aldığını ve bunun cinayetten dört gün önce gerçekleştiğini söyledi. Götzl sorunun ehemmiyetini sordu. Von der Behrens, ehemmiyetin, konunun bu noktasına ilişkin soruşturmaların yapılmamasında olduğunu söyledi. Götzl soruyu tekrar uygun bulmadığını belirtti. Avukat von der Behrens bu sefer daha açık bir şekilde konuştu ve eksik soruşturmalar yüzünden faillerin bir sonraki cinayetin de, üstlenilmediği sürece, soruşturmaların maktulün üzerinde yoğunlaşacağını bildiklerini söyledi. Federal Savcı Diemer, davanın bir araştırma komisyonu olmadığını ve müdahil davacıların vekillerinin de “bağımsız seçilmiş ve istediklerini sorabilecek milletvekilleri olmadıklarını” söyledi. Mevzubahis suç ve cezaydı, müdahil davacıların görevi de buna hizmet etmekti. Olayları hızlandırmak da anayasal bir ilkeydi. Soruşturma hataları konu olup duramazdı. Avukat Scharmer müdahil davacıların aradaki farkı bildiklerini söyledi. Toplamış oldukları gazete makalelerinden, faillerin soruşturmalar hakkında bilgi sahibi oldukları belliydi. Neticede olayın sonuçları hangi soruşturmaların yapıldığıyla ilintiliydi. Bu soruya izin verilmesi gerekmekteydi. Avukat Scharmer bunun arkasından Sch.’ye tanık Dz.’nin bir kez daha junkie ya da nazilerden bahsedip bahsetmediğini sordu. Sch., videoyu izlediğini ve bunun akabinde not aldığını söyledi. O yüzden de böyle söylediğinden yola çıkıyordu. Bunun sonrasında Scharmer, tanık Kü.’nün ifadesine yöneldi. Tanık burada saat 13.30 civarında okuldan çıktıktan sonra internet kafenin yakınlarında Malinckrodtstraße’de bulunduğunu ve her yerin kapalı olduğunu, karşısındaki köşede bir erkeğin durduğunu, sonra yanına bir kadının geldiğini, kadının adama “Hadi buradan hızlıca uzaklaşalım.” dediğini belirtmişti. Bu cümle tanığa garip gelmişti ve belki de olayla bir bağlantısı olabilir diye düşünmüştü. Kadın, 20-25 yaşları arasındaydı, dikkati çekecek kadar zayıftı ve omuz hizasında saçları vardı. Adamsa 30-35 yaşlarındaydı ve kadından bir baş daha uzundu, normal bir görüntüsü, kısa traşlanmış saçları vardı. Sch. bu ipucunu hatırladığını söyledi. Avukat Scharmer, Sch.’nin olay ile bu ipucunu bağdaştıramadığının kayıtlı olduğunu söyledi. Sch.: “Eğer orada öyle yazıyorsa, yüksek ihtimalle öyle olmuştur.” Sonrasında avukat, daha önce bahsi geçen tanık So.’nun verdiği bilgileri sordu. So., faillerin olay yerlerinden çok uzakta oturduğunu, bunu kendi mesleki tecrübelerinden yola çıkarak söylediğini belirtmişti. Sch. burada tanığın spekülasyon yaptığını söyledi. Avukat Scharmer, So.’nun Nisan 2006’da bir susturucudan bahsettiğini ve kendi bilgisince bunun ilk olarak haziran ayında ortaya çıktığını söyledi. Sch., bunun daha önce tematize edilip edilmediğini bilmediğini belirtti. Avukat Scharmer, Sch.’nin bu ipuçlarını münhal olarak değerlendirdiğini söyleyerek, ne nazilerin bahsinin ne de bu iki ipucunun geçici sonuç raporunda ortaya çıktıklarını, bu yüzden söz konusu ipuçlarının BAO “Bosporus”a iletilip iletilmediğini sordu. Sch., tüm ipuçlarını sırasıyla ilettiklerini söyledi. Avukat Erdal, kurbanların seçilişinin ve sayılarının naziler etrafında bir soruşturma yapmaya neden sebebiyet vermediğini sordu. Sch., “Yüksek ihtimalle bu doğru.” dedi. Erdal, Sch.’ya Mölln ve Solingen’deki kundaklama olaylarından haberdar olup olmadığını sordu. Avukat Klemke soruya itiraz etti. Avukat Erdal sorusunu değiştirdi ve Sch.’ye Almanya’da neonazilerin yabancılara saldırılarda bulunduklarını bilip bilmediğini sordu. Sch., bunları bildiğini ve fakat başka başka davalar olduklarını söyledi. Tek ortak nokta Ceska idi. Avukat Schneiders, tanık Dz.’nin kendisine zamana dair ifadelerde de bulunup bulunmadığını sordu. Sch. bunu onayladı; fakat hatırlamadığını ekledi. Sorgulama saat 17.26’da sona erdi.

Götzl, bugün dinlenmesi planlanan tanık Enrico Th.’nin 4 Aralık günü yeniden davet edileceğini söyledi. Bunun üzerine müdahil davacı vekili Seda Başay yüksek sesle Zschäpe’nin avukatlarının, tanık E.’nin ifadesinin kendi yaşadığı yerde alınmasına ilişkin verdikleri dilekçeye dair görüşü okudu. Video ile ifade alma yöntemi doğrudan doğruyalık ilkesine aykırı değildi. Mahkeme bu şekilde kendi intibasını edinebilecekti. Taraflar arasında direkt bir iletişim olacak, önemli fiziki tepkiler görülebilecek ve algılanabilecekti. Soru sorma imkanı doğacaktı. Zschäpe’nin savunma kanadında alıntılanan BGH (Federal Yüksek Mahkeme) kararı ise tamamen başka bir meseleyi, yurt dışındaki tanıkların dinlenmesini içermekteydi. Video ile gerçekleşecek ifade alma esnasında savunmanın da sorgulamaya etki etmesi mümkün olacaktı. Yüz yüze bir ifade alımının bu şekilde imkansız olması ise anlaşılamıyordu. Federal savcı da hemfikir olduğunu belirtti. Diemer, aracı yoluyla gerçekleşen bir sorgunun ise olayın aydınlatılmasına hiçbir katkı sağlamayacağını ve bunun sanığın da menfaatine ters düştüğünü söyledi. Hakim Götzl de konu hakkındaki düşüncesinin bu yönde olduğunu, aracı yoluyla gerçekleşen bir sorguda sadece yazılı bir belgenin elde bulunduğunu ve duruşmada sadece protokolün yer alabileceğini söyledi. Bu Stahl’a göre de “tamamen yanlış değil”di; fakat düşünülebilecek senaryolardan sadece biriydi. Açık ve net olansa, savunmanın aracı yoluyla olan bir görüşmede dahi bulunma hakkının saklı olmasıydı. Avukat Schön, dilekçenin tanığı dinlememek yönünde olduğunu söyledi. Tanıkta başka sağlık problemlerine sebep olunabilirdi ve bu hiçbir şekilde haklı çıkarılamazdı. O zaman savunma bir delil dilekçesi sunabilir ve bunun içine tanıktan ne öğrenilebileceğini yazabilirdi.

Klemke, iki delil dilekçesi sundu. Birincisi, 5 Nisan 2006 tarihinde kendini Dz. olarak tanıtan ve iki sarhoş junkie ile ilgili 3 Nisan 2006 günü 00.30’da bilgi veren kadınla telefonda görüşen Dortmundlu polis memurunun tanık olarak dinlenmesiydi. İkincisi de Dz.’nin “kesinlikle aşırı sağcı hissi vermeyen” iki sarhoş junkie ile ilgili bilgi verdiği soruşturmayı gerçekleştirmiş olan polis memurunun tanık olarak çağrılması yönündeydi.

Duruşma saat 17.38’de bitti.

NSU-Nebenklage blogunda müdahil davacı vekilleri Alexander Hoffmann ve Dr. Björn Elberling, Menzel’in Uwe Böhnhardt ve Uwe Mundlos’un kimlik tespitine ilişkin vermiş olduğu ifadesindeki çelişkileri şöyle yorumluyorlar:

“Bununla birlikte polisin şu ana kadar itiraf ettiklerinden çok daha önce üçlünün peşinde olduklarına dair şüpheler devam ediyor. Bu noktaya ilişkin sorular, 4 Kasım 2011 tarihinde gerçekleşen takibe gölge düşürülmesin diye Götzl tarafından reddedildi.”

http://www.nsu-nebenklage.de/blog/2013/11/