294. Duruşma Günü Tutanağı – 5 Temmuz 2016

0

Cinayet silahı Česká’nın, tanınmaz hale getirilmiş seri numarasını sonradan belirlenmesini sağlayan bir bilirkişi açıklamasına göre, seri numarası hakkında sadece bir tanık sorgulanmıştı: Sönke Pe. Münih Cezaevinde NSU Davası hakkında Tino Brandt ile konuşmuştu ve kendisine konuyla ilgili soru sorulmuştu. Tanık, başka şeylerin yanısıra Brandt’ın mahkeme duruşmasını şaka konusu yaptığını söylemişti. Tanık Brandt ile görüşmesinin ardından el yazısıyla not almıştı ve bunları Yüksek Mahkemeye göndermişti.

Tanıklar:

  • Bert We. (BKA kriminal teknisyeni, Česká 83 silahınım seri numarasının tekrar belirilenmesi)
  • Sönke Pe. (Münih Cezaevinde Tino Brandt ile görüşme)

Duruşma günü saat 09:48’de başladı. İlk sorgulama için tanık olarak BKA kriminal teknisyeni Bert We. çağrıldı. Mahkme Başkanı Götzl konunun, bir silahın serini numarasının yeniden görünür kılınmasını ele alan bir bir bilirkişi raporu olduğunu açıkladı. We.: “Česká 83 silahınım seri numarasının yeniden tespit edilmesi amacıyla Silah Araştırma Servisi tarafından görevlendirilmiştim.”. Kendisi 14.11.2011 tarihinde incelemeyi gerçekleştirmiş ve 15.11.2011 tarihinde silahı tekrar teslim etmişti. We.: “Silahın üstünde iki noktada numaralar silinmişti; atış yönünde sağ tarafta kilit kısmında ve namluda. Silme işinin her defasında zımparalama suretiyle yapılmış olduğu açıktı. Bu bizde standarttır. Farklı hazırlıklar yaptım. Yüzeyi zımparaladım ve perdahladım, bir asitleme işlemi uyguladım, böylece iki kısımda da 034678 seri numarası görünür hale geldi [duyulduğu şekliyle]. Başarıyla sonuçlanan incelemenin ardından silah, Silah Araştırma Servisine tekrar teslim edilmişti.

Sorgulamanın ardından tanık Sönke Pe. çağrıldı. Götzl konunun Münih-Stadelheim Cezaevinde, Tino Brandt ile gerçekleştirilen görüşmeler olduğunu söyledi. Götzl bu tür görüşmelerin gerçekleştirilmiş olup olmadığını ve bunların zamanlarını sordu. Tanıktan konuyla ilgili açıklama yapmasını talep etti. Pe.: “Ben küçük yarmazlıklar nedeniyle Stadelheim Cezaevinde A2 revir bölümünde kısa süre kaldım. Bir koğuşta altıncı kişiydim. Getirilen üç adamdan çapraz karşımda oturan Bay Tino Brandt’tı. Onu tanıdım, sonuçta medyadan tanınıyor, yabancı bir yüz değildi. Hücreden çıkan herkesi selamladığım gibi onu da basitçe selamladım. Onunla sohbet ettim, öğle vakti avluda. Beraber avluya çıkmıştık. Voleybol sahasının önünde bulundan eski yapının önünde, orada bir duvar çıkıntısına oturduk ve ona sorular sordum, ama kendisi de bir şeyler anlattı. Bunları not ettim, o aynı gün bir dosya hazırladım ve bunu size, Savcılığa ilettim.”. Götzl sohbetin konusunu sordu. Pe., Brandt’ın babasının bilgilenme amacıyla Rusya’da bulunduğunu, kendisinin hepatit enfeksiyonundan muzdarip olduğunu ve babası vasıtasıyla bunun semptomları hakkında bilgi aldığını anlattığı şeklinde cevap verdi. Pe., Brand hakkında şöyle konuştu: “Ev doktoruna gitmişti, semptomlarla ilgili şikayetlerini anlatmıştı ve ardından hasta raporu almıştı, kendi ifadesine göre bu durum da, onun orada ifade vermek zorunda olmamasını beraberinde getirmişti. Bir şeyler anlatmıştı ve sonrasında olayı bir şekilde komik bulmuştu, çünkü onun ifade vermesi gereken gün 100 avrodan fazlaya malolacaktı. Bunu oldukça gülünç buluyordu. Ardından da, insanın bu tip fikirlere veya anlayışlara nasıl vardığını, bu süreci konuşmustuk. Bay Böhnhardt’ın, Bay Mundlos’un ve Bayan Zschäpe’nin eskiden Thüringer Heimatschutz’a dahil olmuş olduklarını ve kendisinin bundan iki yıl sonra üçünü Thüringer Heimatschutz’un yerel birliğine tekrar katılmaya teşvik ettiğini anlatmıştı. Yapacakları daha önemli şeyler olduğunu söyleyerek bunu reddetmişlerdi.” Pe. devam etti: “Ardından kendisinin Coburg’da bir populist sağ yayınevinde çalıştığını anlattı. Nation und Europa (Ulus ve Avrupa). Ofis telefonunundan aranıyordu, telefon kabinlerinin numaraları ve saatler söyleniyordu, öğle tatilinde ya da bunun hemen ardından başka bir telefon kabinininden bu telefon kabinlerini arıyordu.”
Pe., paranın geldiği yeri sorduğunu, bunun üzerine Brandt’in restoranlardaki veya kafelerdeki gizli buluşmalarla ilgili bir şeyler söylediğini, bu buluşmalarda teslimin gerçeklemiş olmasının mümkün olabileceğini ama kesin bir şey bulunmadığını anlattı. Para ona bir zarf içinde teslim ediliyordu. Pe: “Bunları Otto ismiyle imzalıyordu, ama Varyemez Amca veya Micky Fare adıyla bile imzalayabilirdi çünkü kontrol eden kimse yoktu [duyulduğu şekliyle]. Ardından birbirlerinden ayrılıyorlardı. Bir telefon kabini numarası ve zaman bildiren bir arama geldiğini anlatmıştı. Orayı aramıştı, telefona cevap veren Uwe Böhnhardt’tı. Para teslimatı hakkında konuşulmuştu. Paranın ulaşacağından emin olmak için üç yandaşına para vermişti. Paraya ne olduğunu da, ne amaçla kullanılacağını da bilmiyordu. Mahkemeyle alay etmişti, NSU‚ya dahil olan kişiler vatanı ve kültürü korumakta ve o kadar hoş olmadığı açık olan şeyler hakkında haklılardı. Aslında başka bir nedenle cezaevinde olduğunu da anlatmıştı. Bu diğer neden, cinsel taciz ile ilgili bir şeydi, orada gözaltında bulunuyordu ama nedeni NSU meselesi değildi. Söyledikleri bunlardı.”
Götzl tanığın ne süreyle Brandt ile iletişim halinde bulunduğunu, sohbetleri ve görüşmeleri sordu. Pe.: “Onu hücresinde tekrar ziyaret ettim, bana mahkeme celbini verdiği zamandı bu, ki bunu size teslim etmiştim. Çıkışta da bir kaç kelime ettik. Uzun sohbeti, bir saatten fazla, avluda ettik. Kenara çekilmiştik. Belli ki kısa sürede bir tür güven ilişkisi kurulmuştu. Anlattıklarının ne kadarının doğru olduğunu elbette söyleyemem. Ancak bunlar bana o kadar çarpıcı gelmişti ki hemen avludan çıkışın ardından, bunları unutmamak için oturup not almıştım”
Götzl, sözü geçtiği gibi Bay Brandt’ın tanığa mahkeme celbini vermesinin nasıl gerçekleştiğini sordu. Tanık cevap verdi: “Bu konuda ben onu biraz ayartmıstım. Benim de kısacık saçlarım vardı ve bu ona benim de bu alanda aktif olduğumu düşündürmüştü, ki öyle değildim. Dedim ki: Burada bir lokal var, adı Tumult, orada aynı kafadan insanlar var, böyle bir ganimet onları mutlu eder. Ardından sosyal danışmana gitmişti, bunun fotokopisini çektirmişti ve bana vermişti.”. Götzl: “Söylediklerinizi şöyle anlıyorum: Celple ilgili olarak onu “ayarttınız”. Celbin anlamı sizin ne derece büyüktü? Pe.: “Elimde somut bir şey olması gerektiğini düşünmüştüm. Onunla iletişim kurduğumu kanıtlamam lazımdı. Söylediğim gibi bu söylenenleri, çok ilginç ve çarpıcı bulmuştum.”
Götzl: “Para vermiş olduğu üç yandaşından bahsetmiş olduğunu söylediniz. Bununla ilgli daha fazla şey söyledi mi, isim verdi mi?” Pe.: “Hazır hiçbir isim söylemedi, sadece ulşatığından emin olmak için parayı üç kuryeye dağıttığını söyledi. Biri daha az getirmişti veya hiçbir şey getirmemişti. Diğeri daha güvenilirdi. Çok güvenilir olmayan dersini almıştı, cümle böyleydi.”
Götzl, Pe.’ye, Pe.’nin ifadelerine göre Brandt’ın hemen iki yıl sonra Böhnhardt’ı, Mundlos’u ve Zschäpe’yi THS‚a tekrar katılmaya teşvik ettiğinden bahsetmiş olduğunu aktardı. Götzl burada “iki yıl”ın ne demek olduğunu sordu. Pe.: “Kendisi böyle söylemişti, ama ne zaman olduğundan bahsetmemişti. Sadece NSU ile son iletişiminin 2001 yılında gerçekleştiğinden ve ona göre terörist örgüte dahil olma suçu zamanaşımına uğradığından, bunun artık kendisi için önem atfetmemiş olduğundan sözetmişti. Bu görüşmenin Thüringer Heimatschutz köklerine dönme konuşmasından önce mi sonra mı gerçekleştiğini bilmiyorum.”
Götzl, Pe.’nin sormuş olduğu diğer soruları öğrenmek istedi. Pe., Brandt’a bütün bunlar dahilinde kendi konumunun ne olduğunu sorduğunu söyledi ve devam etti: “ ve Türk kökenli vatandaşlarımız hakkında benim çok karalayıcı bulduğum ve hiç eğlenceli bulmadığım, çok aşağılayıcı ifadeler sarfetti. Şöyle konuşmuştu: ‚Onlar haklılar ve kaçmak zorundalar. Kültürümüzü, vatanımızı korumak zorundayız.‘ Eğer aklımda kalan doğruysa “sarmısak kokulu selefistler‘ gibi sözler, yani gerçekten kötü şeyler söylemişti.”
Götzl, Pe.’nin oraya notlar dışında başka bir şey faksladığını hatırlayıp hatırlamadığını sordu. Pe. cevap verdi: “Evet, Bay Brandt’ın bana ganimet olarak verdiği celp.” Götzl: “Sonradan bize belgeler gönderdiniz mi? Sonraki bir zaman?” Pe. kısa bir süre suskun kaldı, sonra artık hatırlamadığını söyledi. Bu görüşme hakkında başka kişilerle konuşup konuşmadığının sorulması üzerine tanık, bugünkü duruşma hakkında tekrar tavsiye almak üzere cumartesi günü de gitmiş olduğu avukatıyla bunun hakkında konuşmuş olduğunu söyledi. Daha önce avukat ile görüşmüş olup olmadığının sorulması üzerine Pe.: “Bunun hakkında daha önce de konuşmuştuk. O zamanlar şöyle demişti: En iyisi bir şey söylememek.” Tarihin sorulması üzerine Pe. : “Salıverilmeden kısa süre önce” Götzl avukatın bir sebep söyleyip söylemediğini sordu. Pe: “Yani aslında, böyle bir kuruma iletilecek olan bu anlatılanların ne derece doğru olduklarını bilmediğimiz konusunda hemfikirdik.” Başka kişiler ile bunlar hakkında konuşup konuşmadığının ve tarihin sorulması üzerine tanık, bunun hakkında son olarak hayat arkadaşı ile dün ve ayrıca salıverilmenin ardında da konuşmuş olduğunu söyledi.
Hayat arkadaşıyla olan görüşmenin ardından durumun nasıl olduğunun sorulması üzerine Pe. “Korku.” diye cevap verdi. Götzl ondan daha detaylı anlatmasını talep etti. Tanık şöyle cevap devam etti: “O (hayat arkadaşı) bana ‚Bence bunu kendine sakla. Eğer bunu açık edersen bir tekneye, -nasıl diyordu? – kalkan ve geriye dönmeyecek olan bir tekneye bineceksin‘ demişti. Bu çok da tehlikesiz bir durum değildi.” Tanık gönderildi.

Avukat Schneiders ve Avukat Klemke, sorgulama memurları Ga.’nın, Ko.’nun, [Thorsten] We.’nin sorgulanmaları hakkında bir açıklama okudular. Schneiders sorgulananlardan belli bir tutum almaları beklendiğinin açık olduğunu söyledi. Wohlleben’in savunmasına göre Carsten Schultze’nin etkilenmesi sözkonusuydu. Sanık Schultze yardımcı olmak, inanılır olmak, “iyi bir genç” olmak istiyordu. Tabiri caizse aslında varolmayan anılar yaratıyordu: “Bunlar somut anılar değildir, ama herkes tarafından beklenen bunlar olduğundan, öyle olmaları gerekmektedir.” [duyulduğu şekliyle]
Avukat Klemke: “Öncelikle Bay Ko.’nun yaptıklarına ilişkin açıklamalar yapmak istiyorum. Kendisi müvekkilimizin mali durumunu incelemiş olan BKA (Federal Kriminal Dairesi) memuruydu. Bay Ko. burada, müvekkilimizin 1999 yılında – ilgili süreç bu olduğundan, zamanı 1999 ve 2000 yılları ile sınırlandırıyorum- hatırı sayılır miktarda olmayan varlığının çoğunu harcadığını tespit ettiğini anlatmıştır. O halde kazandığından daha fazla harcamış olduğundan, müvekkilimiz için 2000 yılı mali açıdan daha da verimsizdir.” Klemke yüksek miktarda para çekmenin, ödemelerde göze çarpan hiçbir garipliğin söz konusu olmadığını ekledi. Sonuç olarak hesaplar sadece Wohlleben’in maaşını ödemek ve geçimimi sağlamak amacıyla kullanılmıştı. Yasadışı para transferleri ile ilgili bir ipucu yoktu: “Buradan Bay Wohlleben’in kendi tasarrufunda bulunan paralardan Bay Schultze’ye silah satın alınması için para vermiş olamayacağı sonucu çıkmaktadır.”
Klemke, tanık Ga.’nın ve Ko.’nun anadava sürecindeki sorgulanmalarının sadece, Schultze’nin ifadelerinden “ dikkatle faydalanılması gerektiği”ni gösterdiğini söyledi. Klemke: “Bu durum Mahkemenin anlayışının, Köln Polis Karakolundaki silah raporunun son derece kötü olduğu yönünde olduğunu, en azından öyle umuyorum, bir kez daha açıkça göstermektedir, ki bundan elde edilen delil Wohlleben’in savunmasına göre tamamemen kullanılamaz bir delildir. Rapor, simultane, başarılı olmayan, Schultze’nin ancak göreceli bir seçeneği kabul etmesini gerektirecek şekilde hazırlanmıştı. Duruşma günü saat 14:48’de sona erdi.

NSU Müdahil Davacıları Bloğunun yorumuna buradan ulaşılabilir: http://www.nsu-nebenklage.de/tr/2016/07/05/05-07-2016/